Duygusuzluğa hapsolmuş duygularla, solan bir gönül misali suskunluk oyununu oynamak gibiydi hayat. Bilmezdi kimse varlığını ya da sormazdı kimse sana kim olduğunu. Tek bir gerçek vardı hayatta; öl ya da öldür, kal ya da git, konuş ya da ebediyen sus.
Çıkmaz sokaklarda karşımıza çıkan duvarlar gibiydi belki de gerçekler. Öyle yıkılmaz, öyle sağlam ve ayaktaydı ki; kim demiş gözler hep konuşur diye... Ah! Bazen öyle bir susardı ki gözler konuşmadıkları kalbinin en derinliklerine yara olur da yine de bir kelam edemezler. Zorla ana rahminden kürtaj edilen savunmasız bir bebekti belki de kelimeler. Giderken yakardı, yakardı da dönüp ardına bakamazdı. Bilmezdi ayrıldığı beden ne halde, bildiği tek şey parçalara ayrılarak sökülen bedeninden masumiyetinin en savunmasız haline kirli eller tarafından tecavüz edildiğiydi. Ruha tecavüz edilir miydi? Kimse bilmezdi aslında kirlenenin ruh olduğunu.
"Komutanım!"
"Söyle asker?"
"Ali albay sizi çağırıyor."
"Tamam, asker gidebilirsin!"
"Emredersiniz komutanım."
Ah! Bu mesleğe hastayım. Emir vermeyi hep sevmişimdir. Girdiğim her ortamda önde olmayı, önder olmayı ve askerlik kesinlikle benim mesleğimdi. Albayın odasının önünde derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım. İçeriden gelen "gel" komutu ile içeri girip kapıyı ardımdan kapatıp selam verdim ve esas duruşa geçtim.
"Beni çağırmışsınız komutanım!"
Albay başını önündeki evraklardan kaldırıp mahzun bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. Fazlasıyla yorgun ve durgun görünüyordu. Bu meslek yorardı zaten ve en çokta alırdı; kimi zaman sevdiklerini, kimi zaman gençliğini, kimi zamanda geleceğini.
"Geç kızım otur şöyle!"
Rahat pozisyonumu bozmadan beklemeye devam ettiğimi görünce bu sefer sert ses tonuyla konuştu.
"Bu bir emir, otur şuraya!"
"Emredersiniz komutanım!"
Gösterdiği yere hemen oturup söyleyeceklerini pür dikkat dinlemeye başladım. Zaten kendisi lafı uzatmayı sevmediği için direk konuya girdi.
"Şafak kızım biliyorsun kısa sürede üst üste iki terfi aldın ve şuan tanıdığım en başarılı ve en geç binbaşılardan birisin."
Bu konuşmanın sonu nereye gidecek merek ediyordum. Şansımın yaver gitmesi üzerine büyük bir operasyonu son anda kurtarmıştım ve bunun üzerine daha 4 ay bile olmadan beni Binbaşılık rütbesine yükseltmişlerdi.
"İki gün önce Binbaşı ERSOY şehit düştü. Yerine acilen birinin atanması gerekiyor ve ben bu göreve seni uygun gördüm."
Söyledikleriyle nefesim kesildi. Şehit olan her askerde benim ömrümden bir nefes kesiliyordu sanki. Her bir şehit; kardeşimdi, babamdı, eşimdi, sevdiğimdi. Vatanı için canını veren her can; benim canımın canıydı. Komutan cevabımı beklediği için gecikmeden sorumu sordum.
"Sınır karakolu mu komutanım?"
Albay derin bir nefes aldı sanırım görevi istemediğimi düşünmüştü ama bilmiyordu ki benim için orası daha iyiydi. Yaşamımı bağlayacağım bir şey ya da biri yoktu hayatımda. Ee! Doğal olarak kaybedecek bir şeyim de yoktu.
"Kızım biliyorum istemiyorsun ama bir düşünmeden hemen reddetme lütfen."
"Albayım yanlış anladınız. Siz beni uygun görmüşseniz bu benim için bir onurdur. Ben sadece yeni görev yerimi ve ne zaman gitmem gerektiğini merak ettim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 1; CELLAT
Action-Bölümler düzenlenmeye başlanmıştır.- Gözyaşları ölenler için değildir aslında; geride kalanlalar içindir, gidemeyenler içindir, en çokta susmak zorunda kalanlar içindir... Kader mi kaybetmeye zorlar? Yoksa beden mi kaybetmeye alışan? Kaybedece...