Yaşam oluştuğu ilk andan itibaren birçok kez vahşete ve dehşete şahit olmuştu. Kim bilir belki de insanlığın yapı taşı vahşetti.
İmkânını bulduğumuz her anda savaşlar çıkarmış, canlar almış, kadınlara zarar vermiştik. Güçlü olanın güçsüzü yendiği mantığı ile bakışlarında güç kanında asalet olan kadını yüzyıllar boyu aşağılamış, küçümsemiş ve fahişe kalıbına bindirip hor görmüştük.
Oysa asıl fahişelik bu zihniyete sahip olan erkekteydi. Hayır, sadece erkekte değil kendine bu kalıbı yakıştıran ve kabullenen kadınlarda da vardı.
Bir kadın bir adamın boyunduruğu altına girmeyi kabul ettiği an özgürlüğünden vaz geçmiş demektir. "Kocam o, yapar!" dediği an ise yaşamaktan vazgeçiyordur.
Ama evlilik, birliktelik; cinsel ya da ruhi yolla yapılan her türlü birleşme eşitlik ister adalet beklerdi. Sevişirken iki tarafta haz almayı ister tatmin olmayı beklerdi. Aynı şey hayatın kendisinde de geçerliydi.
Her şey karşılıklıydı tıpkı dökülen kanın da karşılığı olduğu gibi. Tıpkı alınan canın bir bedeli olduğu gibi.
Karşımda irademi zorlayan şeref yoksunu haysiyetsizin gözlerine bakarken aklımdan geçen tek şey fahişeliğin bacak arasında değil yosun tutmuş zihinlerde olduğuydu.
Bana doğru uzatılan el cehennem zebanilerinin eliydi. Hayır, benim zebanilerim değildi onlar. Benim zebanilerim belki de aralarında en haysiyetli olanlarıydı. Çünkü onlar, masumun canını yakmamış savunmasız insanları köşeye sıkıştırmamıştı.
Karşımdaki iblis cehennemin yedinci katında yetmiş şeytanla sevişmiş bir fahişenin zihniyetinden doğmuştu.
Ölümü ellerimden olacaktı. Ama şimdi değil, bura da bu şekilde değil. Önce tehlikenin farkına varmalı, ardından korku içinde yaşamalı içtiği sudan yeddiği yemekten şüphelenmeli en çokta zorla koynuna aldığı savunmasız kadınlardan. Ardından ise yaktığı kadar yanmalı acı ve ıstırap içerisinde gebermeliydi.
Silahıma giden ellerim yumruk haline geldiğinde sallantıda olan iradem eski gücüne kavuşmuş yıkılmaz duvarlarını örmüş ve maskelerini takmıştı.
Başımı sağ omzuma doğu yatırdığımda ruhsuz bakışlarımı sonunda bana uzatılan pis ellerden alabilmiştim.
"Ben yeterince tanıyorum seni ama senin beni tanıman için gecenin sonunu beklemen lazım."
Kendi ile saygı ile konuşmamı bekliyordu muhtemelen. Kaşları havaya kalkarken havada ki elleri yanlarına düşmüştü.
"Benim hakkımda planlarınız var yani küçük hanım öyle mi?"
"Benim herkes üzerinde planlarım vardır. Satranç oynarken taşları iyi tanımak lazım!"
Keyifli bir kahkaha atarken ben ifadesiz bir şekilde onu izledim. Birkaç dikkatli bakışın üzerimde olduğunun farkındaydım. Özellikle Kartal ve Ulaş buraya gelmek için tetikte bekliyorlardı resmen.
"Peki, ben bu oyunda hangi taşım küçük hanım? Kale, vezir, Şah?"
Bu sefer kahkaha sırası bendeydi. İçi alay dolu bir kahkaha attıktan sonra çarpık bir gülüşle beraber konuştum.
"Sadece piyon! Ufak, yenilmeye mahkûm bir piyon."
Cevap vermesine fırsat vermeden ardıma döndüm ve Ulaş ile Hakan'ın olduğu masaya ilerledim. Yanımdan geçen garsonun tepsisinden aldığım şeftali aromalı kaliteli şampanyayı tek dikişte bitirdim ve yenisi alarak adımlarımı sıklaştırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 1; CELLAT
Azione-Bölümler düzenlenmeye başlanmıştır.- Gözyaşları ölenler için değildir aslında; geride kalanlalar içindir, gidemeyenler içindir, en çokta susmak zorunda kalanlar içindir... Kader mi kaybetmeye zorlar? Yoksa beden mi kaybetmeye alışan? Kaybedece...