Bu kadar kolaydı işte kaybetmek. Bir kurşunluk canımız, bir kurşunluk cananımız vardı. Elde avuçta olan her şeyi versen de gideni geri getiremiyordun!
Ben şimdi; burada, bu hastane koridorunda insanlığımın son kırıntılarını bırakıyordum. O ameliyat masasında kardeşim ile beraber ruhumdan geriye kalanları da arşa gönderiyordum. Ey kardeş! Duyuyor musun beni? Peygambere komşu olmadan önce yanımda mı o şanlı ruhun? Neden gittin be kardeş! Demedim mi ben bir baba daha kaybetmek istemiyorum diye.
Savaş! Canını sevdiğim, canını canım bellediğim bari sen bırakmasaydın beni. Daha fazla gücüm kalmadı be kardeşim! Sen gördün benim kırıklarımı, sen sardın benim yaralarımı; senin kadar güçlü bir adamı bir kurşunla mı yitirecektim ben. Kahpe bir kurşun mu ayıracaktı bizi canımın içi.
Yaslandığım hastane duvarında içimde ki Savaşa olan yakarışımı sürdürürken çevremde olan hiçbir şeyin bir önemi yoktu.
Boştum, boşluktaydım; kayıptım, daha bir eksiktim, daha bir eksildim. Benden geriye ne kaldı diye soruyordum duvarlara, satırlara, ölümlere. Bu terör illeti önce beni, sonra babamı ardından canına yandığım kardeşimi, Savaşımı aldı elimden.
Boş bakışlarımı kaldırdığımda en az benim kadar kırık, en az benim kadar kayıp o adamla göz göze geldim; Kartal! Artık bir kanadı kırık kuş. Benim gözlerim onun gözlerine değdi; ikimizde birbirimizi görmedik birbirimizde: Savaşı gördük, Savaşımı gördüm! Abim, abim dediği adamın gözlerinde Savaşımı yaşadım.
Sanki şu kapı açılacakta Savaş çıkacakmış gibi hissediyordum. Sanki... Sanki şu köşeden elinde sert kahvem ile çıka gelecek benimle sümüklü diye dalga geçecekmiş gibi hissediyordum.
Şehit olduğunu kabullenemiyordum! Herkese her şey yakışır ama bir vatanıma esaret birde kardeşime toprak yakışmaz be. Hem... Onun elleri hep üşür, kim ısıtacak ellerini orada? Beresi kaydığında kim takacak yeniden başına.
Banyodan sonra saçlarını kurutmayı sevmez ki o. Sonra başı ağrıyor; kim uyaracak saçlarını kurut diye? Hastalanınca hep ateşi çıkar, hep benim çorbamdan ister; kim düşürecek ateşini, kim sabahlayacak başında, kim yapacak ona çorba?
Madem gidecektin Savaş, neden her yanımı sen yaptın be çocuk, neden her anım sen? Ne demeye kardeş oldun, ne diye yoldaş oldun bana!
Ağlamam şiddetlenirken bir sinir krizi eşiğinde olduğumu biliyordum. Çığlık atmak neden diye sormak, hastaneyi birbirine katmak istiyordum. Niye o? Neden ben değil de o?
Sarsılan omuzlarıma dokunan sıcak elle yaşlı gözlerimi kaldırdım. Islak kirpiklerim birbirine yapıştı buğulu harelerimde bir çınar canlandı. Babamın arkadaşı, babamın kardeşi Fırat Amca!
"Am-ca!"
Sustum, ilk defa ne diyeceğimi bilemiyordum. İleri doğru atılıp Fırat amcanın bacaklarına sarıldım. Bundan tam 15 yıl önce yetimhaneye beni ilk ziyarete geldiği gün yaptığım gibi. Bacaklarına sarıldım ve varımla yoğumla ağladım, hıçkırarak, ağıtlar yakarak.
Gözyaşlarım tükenmese de bir nebze kendime geldiğimde geriye çekilip yeniden baktım gözlerine. O da ağlamıştı benim gibi, onunda içi yanıyordu!
"Fırat amca kardeşim..."
Devamını getiremiyordum, çıkmıyordu gelimeler dudaklarımdan. Dişlerimin arasına kıstırdım dudaklarımı daha fazla ağlamamak için. Ağzıma dolan kan ile daha sert kenetledim dişlerimi belki fiziksel acım artarsa ruhsal acım bir nebze olsun azalır diye. Ama azalmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 1; CELLAT
Action-Bölümler düzenlenmeye başlanmıştır.- Gözyaşları ölenler için değildir aslında; geride kalanlalar içindir, gidemeyenler içindir, en çokta susmak zorunda kalanlar içindir... Kader mi kaybetmeye zorlar? Yoksa beden mi kaybetmeye alışan? Kaybedece...