Düşlerimi birbirine dolayıp hayallerimi idam etmek için urgan yaptığımda henüz on dört yaşındaydım. Kayıp geleceğimin kanlı geçmişime bulandığında on beşimin baharındaydım.
Avuçlarımdan bir bir kayan ailemin ellerini tutmaya çalıştığımda işe on altıma merdiven dayamış kırık ayaklı merdivenin tepesinden on üçüme yuvarlanmıştım.
Benim geçmişimin geleceğime düğümlendiği zamanlar; kan ile kaynaşmış, intikam ile yoğurulmuş, ölüm ile mühürlenmişti.
Mavi harelerimin derinliklerinde yatan insafsız ve hatta vicdansız bir annenin kendi katlinin senaryosu dönerdi her saniye.
Beyaz perdeye değil mavi perdeye yansıtılıyordu kanlı geçmiş.
Kan revan içindeki ellerimi seyrettiğim dakikalarda içeri birçok adam girmiş ve çıkmıştı. Yerdeki cesetler kaldırılmış, her yere bulaşan kan temizlenmiş ve dahi duvarlar bile boyanmıştı saniyeler içerisinde.
Kırılan eşyalar yerlerine hızlı bir şekilde yerleştirilirken salonda kanlı ve eski kalan tek şey ben ve benim üzerinde oturduğum iki kişilik koltuktu.
Yorgun değildim ya da acı hissetmiyordum. Şuan hissettiğim tek şey kesinlikle hissizlikti.
Salondaki karmaşa başladığı gibi bitmiş o vahşetten geriye yalnız ben kalmıştım. Vücudumda kuruyan kan derimi çekiştiriyor ve varlığını hatırlatmak için elinden geleni yapıyordu.
Sakince yerimden kalktığımda bir an gözlerimin kararması ve öne sendelemem bir oldu. Kaybettiğim kanın oranı fazla olduğu için kararan gözlerim bana yardımcı olmuyordu.
Hafif ama sağlam adımlarla aşağı inip kendimi sıcak suyun kollarına bıraktım. Vücudumda bulunan kan suya karışarak pembe bir renkle gider borusundan akarken, oluşturduğu görüntünün hoşluğu, oluşturduğu hislere tamamen tezattı.
Yüzümü suya döndüğümde yanan gözlerimin, boşalan sinirlerime geçiş hakkı tanımaması için kendimi sıkıyordum. Ellerime birilerinin daha kanı bulanmıştı.
Ve bu sefer bir katil olmuş olabilirdim. Bu güne kadar öldürdüğüm kişiler ya teröristti ya da dünya ya gelebilecek en iğrenç mahlûklardı.
Birinin ölüp ölmemesi gerektiğine iradem ile karar verebiliyordum ama bu sefer olaylar isteğim dışında gerçekleşmiş ve geriye ruhlarından arınmış beş ceset kalmıştı.
Duyduğum kapı sesiyle kapalı gözlerimi anında açtım. Duş kabininin buzlu camından kim olduğunu göremesem de tahmin edebiliyordum.
"Şafak, iyi misin?"
İyi i? Ben ne zaman iyi oldum ki! Benim ne zaman elim pislikten kurtuldu ki. Üzerimdeki lanet o kadar büyük ki; çevremdeki herkese zarar veriyor, herkesin bir bir ölümüne sebep oluyordum. Elimden ise oturup seyretmekten fazlası gelmiyor.
Alnımı buzlu cama yaslayıp içimdeki çığlığı bastırmak için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Ama içinde bulunduğum lanet olası histen kurtulamıyordum.
Prangalar bileklerimde değil nefes borumdaydı resmen. Kursağıma dizilen yaşanmamışlıklarım artık içime sığmıyor ve taşmak istiyordu ve iplerimin koptuğu, zincirlerimin kırıldığı an tek bir kelime ardımdaydı. Çok beklemeden endişe yüklü sesin içerisinde harflerin birleşerek oluşturduğu ses öbeği zincirlerimi aldı benden.
"Şafak!"
İşte kırılma anım bu kelimeden sonra oldu. Dilime hapsettiğim çığlığım özgür kaldığında sert cama attığım sağlam yumruk ile hem cam parçalanmıştı hem de içerimde tuttuklarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 1; CELLAT
Action-Bölümler düzenlenmeye başlanmıştır.- Gözyaşları ölenler için değildir aslında; geride kalanlalar içindir, gidemeyenler içindir, en çokta susmak zorunda kalanlar içindir... Kader mi kaybetmeye zorlar? Yoksa beden mi kaybetmeye alışan? Kaybedece...