Ş. H. 2: Bölüm 14.

5.8K 389 52
                                    

Bir varmış bir yokmuş ile başlar masallar; ne varlığı vardır ne yokluğu yok. Bir masal kahramanı olsaydım şayet; pamuk prensesin zehirli elması, Rapunzel'in saçlarını kesen makas, uyuyan güzelin eline batan iğne olurdum. Bir masalda var olsaydım şayet bir varmış bir yokmuş olurdum. Biraz var ama daha çok yok olurdum.

Kendi hayatımda bile varlığımdan çok yokluğum olay yaratmıştı zaten. Şimdi bir varlık getirecek olmam dünyaya kalıcı bir iz bırakacağımın en büyük göstergesi değil de neydi. Hep yokluk ile önem kazanan hayatım ilk kez ve belki de son kez varlığım ile önem kazanacaktı.

Hayır, hayır; benim varlığım ile değil bende var olan ile. Muhtemelen onun varlığı benim gerçek bir yok oluşa attığım en büyük adımdan ibaret. Kurtuluş umudumu kendi ellerim ile yakmam, köprüleri kendi ellerim ile yıkmam demek.

Bir anne için vazgeçmek demek; içinde büyüttüğün can yaşasın diye tüm hayatından, hayır sadece kendi hayatından değil ileride karşısına çıkabilecek herkesin hayatından vazgeçmek demek.

Anne...

Bana ne kadar da uzak bir kelime. Varlığım annemin intiharı ile terbiye olmuşken anne olacak olmam kulağa biraz korkunç geliyordu. Aklımda yer edinen mükemmel anne portresini o kapı önünde duvara sıçrayan kan ile kırmızıya boyamıştım. Benim nazarımda anne demek kan, acı ve gözyaşı demek.

Ve Tanrı şahidim olsun ki, bebeğimin bunları yaşamaması için tüm şehri yerle bir eder, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmazdım. Evet, düşüncelerim bile kan gölü benim, belki de bebeğimi sakınmam gereken en korkunç insan kendimden başkası değildir.

Varlığını öğrenmem üzerinden bir aydan az yirmi günden fazla zaman oluyordu. Ki zaten ben varlığını öğrenmeden kabullenmiştim. Omuzlarıma kadar gelen boyattığım kızıl kestane saçlarım, gözlerimdeki gözlüklerim ile oturduğum kafede karşıdaki büyük holdingi seyrettiğim başka bir güne yine merhaba demiştim.

Bir ay önce yaşanan olay ve kaza birçok gazete ve haber kanalında haftalarca gündemden düşmemiş, insanlar hala genelkurmay başkanı ve mit başkanına yapılan saldırıyı konuşuyordu.

Bense Bursa'da sanki onları ben yaşamamışım gibi tepkisiz bir şekilde gazetelerden olanları takip etmiştim. Bu olayda en çok başı ağrıyan Ulaş olmuş, defalarca sorguya çekilmiş beni kaybetmenin yanı sıra benim ihanetimi de sırtlanmıştı.

Çalan telefonum ile masada duran telefonuma kısa bir göz attım. Sakin bir şekilde elime alıp açtığım telefonumu kulağıma dayadım ve en masum ses tonumu kullanarak konuştum.

"Efendim."

"Nazlı Hanım merhaba, ben SOYER holdingden arıyorum; yaptığınız iş başvurusu hakkında."

"Ah, buyurun lütfen siziz dinliyorum."

"Yarın SOYER holding yönetim kurulu başkanı tarafından özel bir mülakata tabii tutulacaksınız saat 09:45 de burada olmanızı rica ederim. Kendisi dakik bir insandır lütfen geç kalmayın."

"Kesinlikle geç kalmayacağım bilgilendirmeniz için teşekkür ederim."

Kapanan telefon ile yüzümdeki tüm duygu ve sesimdeki sevecen masum ifade hiç var olmamış gibi yokluğa karıştı.

İçtiğim kahvenin parasını masanın üzerine bıraktım ve çıktım kafeden. Sakin adımlarla attığım adımları yarım kırk beş dakika sonunda kaldığım eski binanın kapısında durdu. Eski ama bakımlı binada nem rutubet gibi şeyler olmadığı için rahatça kalabiliyordum.

Güçlü Kadınlar Serisi 1; CELLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin