Ellerimi üstümdeki bol ceketin cebinden çıkarıp başımdaki şapkayı biraz daha aşağıya çektim. Ablam yüzümü gizlememi ve karışık yollardan geçerek bu harabe eve gelmemi istemişti. Korkmuyordum. Ablam beni tehlikeye atmazdı.
Taş parçalarının arasından yürüyerek bir duvarı yıkık eve ilerledim. Cebimdeki telefonun titrediğini hissedip cebimden çıkardım. Hemen aramayı cevaplayıp konuştum.
"Geldim, neredesin? " Derin bir nefes aldı.
" O evin hemen arkasındaki evdeyim. Kırmızı kapılı olan. Bekliyorum. "
Telefonu kapatınca yıkıntı evin etrafından dolaşıp bahsettiği kırmızı kapılı evin önüne gittim. Diğer ev kadar kötü olmasa da pek oturulacak bir ev değildi. Her an çökecek gibiydi ve uzun zamandır kullanıldığını da sanmıyorum. Ne işi vardı ablamın burada? Başı dertte miydi? Birisinden mi kaçıyordu?
Kapının açıldığını gördüm. İçeriden birisi kolunu uzatıp içeriye gelmemi işaret etti. Yavaş adımlarla oraya yürüdüm. İçeriye girdiğimde burnuma rolan küf kokusu yüzümü buruşturmama neden oldu. Kapıyı arkamdan kapattım. Ablam kollarımı bana sarınca ona sarılmadan kollarını benden çekmesini bekledim. Ona sarılmadığımı fark edince kollarını çekti. İçerisi nerdeyse karanlık sayılacak kadar karanlık olduğu için yüzünü tam göremiyordum.
"Neden karanlıkta duruyorsun? Elektrik yok mu? "
" Yok, perdeleri de açmıyoruz? " dedi burnunu çekip. Ağlıyordu anlaşılan.
" Siz mi? Biri daha mı var burada? " dedim kaşlarımı çatıp.
" Var. Şu an burada değil ama birazdan burada olur. Seni çok özledim. " dedi.
Sızlayan burnum ve gözlerim ağlamama ramak kaldığını işaret ediyordu. Kendime hakim olup soğuk ses tonumla konuştum.
" Niye çağırdın beni buraya? Burası evin mi? Burada mı yaşıyorsun? Neden numaranı değiştirdin? " Daha sormak istediğim onlarca soru olmasına rağmen şimdilik beklemeliydiler.
Telefonumu çıkarıp flaşını açtım. Aydınlanan ortam ile görüş alanım netleşti. Ablamın yüzünü görmem ile şaşkınca gözlerimi açtım. Elimi yüzüne götürdüm.
" Ne oldu sana? Kim yaptı? " dedim. Gözlerimin dolmasına engel olamadan.
" Hyun Ki. " dedi başını eğip. Boğazıma oturan yumru nefes almamı engelliyordu. Sinirle yumruklarımı sıktım.
" Öldüreceğim o piçi! " dedim sinirle. Şerefsiz ablamı çok fena dövmüştü. Yüzündeki morluklarda gezdirdim elimi. Canı yanmasın diye elimi çektim daha sonra.
" Artık önemli değil. " dedi başını iki yana sallayıp.
" O ne demek?" dedim şüpheyle.
" Kaçıyorum. Başka ülkeye. Beni merak etme diye seni buraya çağırdım."
Gözlerimi şaşkınca kırpıştırarak ona baktım. Ne kaçması? Neden?
"Neyden bahsediyorsun sen!? Hayır, hiçbir yere gidemezsin! Polise gidip şikayet etmeliyiz onu! "
Ellerimi tutup başını iki yana salladı.
" Polis bir işe yaramaz. Daha öncede gittim polise ama o bir şekilde hallediyor her şeyi. Başına bela almaktan başka bir şeye yaramaz. "dedi. Sinirle ellerimi ondan çekip saçlarımdan geçirdim.
" Ne zamandır dövüyor seni? "
" Seninle kavga ettikten sonra çok düşündüm. Belki de teklifini kabul etmeliydim diye düşündüm. Bu fikrimi ona söylediğimde deliye döndü. Onu sakinleştirmeyi başardım ama bana hep şüpheyle yaklaştı. Daha sonra onun beni aldattığını öğrendim. " dedi başını eğip. Bana inanmamıştı. Park Hyun Ki'nin onu aldattığını söylediğimde bana inanmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Etkisi
FanfictionEXO // Yaptığımız seçimler bizi başka seçimler yapmaya zorlar. Onlar da başka seçimlere... Her seçim bir diğerini tetikler ve yeni olasılıklara kapı açar. Önemli olan yeni seçimler yapabilecek cesareti bulabilmekte. Ben o cesareti kendimde buldum...