2☇PANZEHİR

221 81 2
                                    

●

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

21.04.2020 (Günümüz)

Kitap okumayı on yedi yıllık hayatım boyunca sevmemişimdir. Anaokul, ilkokul, ortaokul ve lisenin on birinci sınıfına kadar olan yıllarımda elime zorunlu olmadıkça kitap sürmemişimdir. Bunu fark eden ailem, kitap okuma alışkanlığım olması için annem ve babam beş, altı yaşlarında gece uyumadan önce masallar okurdu; ama nafile. Bir gram bile ne kitap okumayı ne de masal dinlemeyi huy edinmiştim. Yatağımda uyumaya dalmadan önceki o vakitte annemin veya babamın gelip yanı başımda masal okuyan sesini duydukça uykumu getirmesi gerekirken daha çok uykumu kaçırıyor;  kulağıma ses kalabalığından başka bir şey girmiyordu. Ve bu durum daha çok uykumun kaçmasına vesile oluyordu. 

Bende bunu önlemek için kendimce önlem almıştım. Çok iyi hatırlıyorum yanı başıma gelip annem bana kitap okumaya başladığında kulağıma pamuk tıkıyordum. O yaşta küçücük aklımla bu dahiyane fikri uygulamıştım. Tabi annemler bunu çaktırmadan yapmıştım; zavallı annem ve babam artık masal dinlemeye alıştığım ve eskisi kadar rahatsız etmediğini görünce alıştığımı zannetmişlerdi. Kulağıma tıktığım pamuğu da görmemesi için oldukça çaba harcıyordum; ta ki pamukları kulağımda unutana kadar.

Beş yaşında bir sabah kalktığımda kulağımdaki pamuktan habersiz aşağıya inip kahvaltımı yapmıştım. Sesler kulağıma kısık geliyor ancak umurumda olmamıştı. Anaokuluna annemler bıraktıktan sonra öğretmenim kulağımdaki pamukları görmüş, akşam aileme hemen haberi uçurmuştu. Eve geldiğimde benim bir açıklama yapmamı istememişler; kendileri zaten hangi amaçla bunu yaptığımı anlamıştılar. Babamda şakasına "Sesimize tahammül edemediğini niye söylemiyorsun sıpa." diye dalga geçmişti. Onların sesine tahammül edemediğimden değil, sadece ağızlarını masal için açmalarına tahammül edemiyordum.

İşte 'yedisinde neysen yetmişinde de o'sundur' boşuna dememişlerdi. On yedi yaşındayım; zorunlu olmadıkça elime okuma kitabı sürmemişimdir. Okuduğum romanlar bir elin parmağını bile geçmezdi. Tabi o kadar benim için fazla ve onları lise de mecbur olduğumdan okumuştum. Ya sınava dahil ettikleri için ya da performans ödevi oldukları için mecbur okutturmuşlardı.

İşte okuduğum bir elin parmağını geçmeyen kitapların birinde şu söz aklımda istemsizce yer edinmişti: 

"Bazen merak etmek iyidir insanı ilme götürür; bazen ise kötüdür insanı uçuruma sürükler."

Kim söylemişse çok güzel anlatmıştı bu sözü. Şuan ki durumu açıklayan tam olarak buydu. Aradan on ay, yirmi bir gün -neredeyse bir yıl geçmesine rağmen merak beni ilme değilde uçuruma sürüklemişti. O kızın sözleri sinsi, zehirli yılan gibi beyin kıvrımlarımda sürünüyor; geçtiği yerlere zehrini akıtıyordu. O zehir kafamı yememi sağlıyordu. Panzehirim ise o kızdı.

Sanki o kızı bulursam bu zamana kadar kafamı yiyip bitiren merak gidecekti. Ama yoktu. Yer yarılmışta içine girmişti sanki. Hayatıma sihirbazın şapkasından aniden çıkardığı tavşan gibi aniden, zamansız giren yabancı kız; kendini merak ettirebiliyordu. Halbuki yabancı kız benim için ne değeri vardı ki? İşte ruhum ve beynim öyle demiyordu.

Ölü BedenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin