1.BÖLÜM

2.9K 73 7
                                    


   Geçmiş bir hayalet gibidir, ne kadar kaçarsan kaç peşinden gelir. Sen inkar edersin ama o tüm gerçekliğiyle dikilir karşına. Kaçamazsın çünkü o senin bir parçandır. Sen kabul etmesende. Benim başıma gelende bu. Ben geçmişimi hiç kabul etmemiştim,  yok saymıştım.  Hiç normal bir çocuk olmadım ben, çünkü benim normal bir ailem olmadı. Benden sadece on üç yaş büyük bir anneyle hayatta kalmaya çalışarak geçti tüm çocukluğum. Annem her şeye rağmen iyi bir anneydi ve benim için çok büyük fedakarlıklar yaptı. Bir çocuktu ama o çocuk olmak yerine anne oldu. Çok çalıştı ve emeğinin karşılığını aldı. Şimdi ise sadece tek bir korkusu var: kaçtığı o hayatın, o insanların onu bulması! Annem bu korkuyla tam on sekiz yıl geçirdi. Benim korkum ise annemi kaybetmek. Her kızın kahramanı babasıdır, benimki ise annem. Babasını hiç tanımayan biri için bu normal tabi. Hiçbir zaman babamı beklemedim. Gelmesini istemedim ya da onunla ilgili hayaller kurmadım. Benim kurduğum tek hayal annemle birlikte mutlu bir hayat. Daha fazlasını hiç istemedim. Çünkü annemden öğrendiğim en önemli şey insanın elindekiyle yetinmeyi bilmesi gerektiğidir. Her gece bunu düşünerek uyur ve bunu düşünerek uyanırım.
“Aslım kızım yat artık biliyorsun yarın okulun var.” Annem yine başıma dikildi. Her okul gününde akşamları olduğu gibi. Evet. Maalesef bir öğrenciyim. İstanbul üniversitesi birinci sınıfa yeni başlıyorum ve yarın okulda ilk günüm. Heyecanlı mıyım? Tabiki de hayır. Annem ise sanki ilkokula yeni başlıyormuşum gibi heyecanlı. Her zamanki gibi. Annem duygularını hep uçlarda yaşar. Çocukluğunu yaşayamamış bir kadın olarak onun ruhu hep çocuk kalmış. Benimle birlikte çocuk oldu hep. Bundan hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Annemin yaşı dolayısıyla insanlar çocuklarının benimle arkadaş olmasına izin vermezdi. Bu yüzden hiç arkadaşım olmadı ama annem sayesinde arkadaşa ihtiyaçta duymadım.
“ Tamam annecim. Hemen yatıyorum.” deyip yanağına iyi geceler öpücüğü kondurup yatağıma girdim. O da beni öpüp ışığımı söndürüp çıktı. Her akşamki rutinimiz. Annem saat onda küçük bir çocukmuşum gibi tepeme dikilip beni yatırır. Şikâyetçi miyim? Tabi ki de hayır. Onun küçük bebeği olmayı seviyorum. Bu sayede her gece huzurlu bir uyku uyuyabilirim. Bu gece olduğu gibi. Ayrıca bu hayatta her şeye rağmen yanımda olan ve beni seven birinin olduğunu ve hep arkamda olacağını biliyorum.
  Heyecanlı değilim mi demiştim. Galiba yanılmışım çünkü hiç huyum olmadığı halde erkenden kalktım. Saat daha beş ve benim hiç uykum yok. Dersim ise onda. Ne yapalım bende kahvaltı hazırlayıp anneme sürpriz yapmaya karar verdim. Önce bir duş alıp hazırlandım sonrada mutfağa geçip yemek hazırlamaya koyuldum. Sevgili annemin bir diğer takıntısı her sabah banyo yapmamı ister. Bu sayede tamamen ayılıp güne enerjik başlarmışım ve günüm güzel geçermiş. Ters gibi buna beni de inandırmayı başardı. Güne banyo yapmadan başlarsam aksiliklerle dolu bir gün geçireceğimi düşünür ve paniklerim ve sonuç felaket bir gün olur. Hepimiz hamur kızartmasına bayılırdık. Hemen hamuru hazırlayıp şekil vermeye başladım. Hemen dediğime bakmayın baya zamanımı aldı. Henüz kızartmaya başlamıştım ki annem uyandı. Beni mutfakta görünce şaşırsa da halinden memnun görünüyordu. Gelip yanağıma bir öpücük kondurdu.
“Günaydın benim pamuk kızım. Bakıyorum uyku tutmamış.” Diyerek bana sarıldı. Annem bana bana sarılınca sanki dünyadaki hiçbir kötülük bana dokunamaz gibi gelir. Onun kolları dünyadaki en güvenli yerdir benim için.
“Biraz öyle oldu annelerin en güzeli.” Biz annemle hep böyle konuşuruz. Anne kızdan çok arkadaş gibiyiz. Annem kızartma işini devraldığında bende masayı hazırlamaya başladım. Açelya’yı merdivenlerden inerken görünce tek uyku tutmayanın ben olmadığımı anladım. Onunda bugün iş görüşmesi vardı. İTÜ işletmeyi bu yıl bitirmişti ve bir süredir bir şirkette çalışıyordu. Patronunun sürekli rahatsız etmesine dayanamadı ve işten ayrıldı. Sonunda yine bir işe kabul edildi. Yani sayılır. Özgeçmişini verdikten sonra görüşmeye çağrıldı. Umarım bu sefer iyi bir iş olur.
  “Günaydın minik kuş, günaydın abla” Ona bir göz devirdim. Tanrım bana minik kuş demekten ne anlıyordu. Tamam ondan dört yaş küçüktüm, tip olarak ta onun yanında küçük kalıyordum ama kızın boyu 1.75’ti, benim ise 1.60 ve çok zayıf bir kızdım bu da beni yaşıtlarımdan daha küçük gösteriyordu ama bana minik demesinden nefret ediyordum.
“Hayırdır Açelya sen erken kalkmazdın.” dedim ve güldüm. Bunun üzerine o da bana gözlerini devirdi. Eskiden ona teyze demem için çok çabalardı ama artık pes etti. Aslında onunla annem öz kardeş değil. Annem İstanbul’a gelince Açelya’nın ailesiyle tanışmış ve onlarda anneme sahip çıkmış. Annemi evlat edinip benim ondan alınmamı engellemişler. Büyükbabam zengin değildi belki ama hatırı sayılır biriydi. Çünkü bir emniyet müdürüydü. Onlar yedi yıl önce ölünce Açelya’nın sorumluluğu da anneme kalmıştı ama annem hiç şikayetçi değildi bu durumdan. Annem kızartma işini bitirince hepimiz masaya oturup kahvaltıya başladık her zamanki keyifli sohbetlerimizin eşliğinde tabi. Muhabbet kahvaltımızın olmazsa olmazıdır, aslında tüm yemek saatlerimizin olmazsa olmazıdır. Güzel bir kahvaltının ardından hep birlikte sofrayı topladık. Daha sonra Açelya iş görüşmesi için evden çıktı. Annem ve ben biraz daha oyalandıktan sonra kafeye geçtik. Arda her zaman olduğu gibi kafedeydi. Annesi Esma teyzeyle her sabah gelirdi. Kafe anneme büyükbabamın hediyesiydi. Tabi büyütüp popüler bir yer haline getirmek için çok çalışmıştı benim güzel annem.
“Günaydın Esma teyze, günaydın Arda.” dedikten sonra bahçedeki masalardan birine oturdum. Arda’da gelip saçlarımı karıştırdıktan sonra yanıma oturdu. Ah o kadar yakışıklı ki. Ama maalesef ben onun gözünde ufak bir kız çocuğuyum ve o bunu bana hep hatırlatıyor.
“Asma suratını ufaklık. Eee heyecanlı mısın bakalım?” dedi. Heyecanlı değildim ama ona belli etmemeliydim. Eğer heyecanlı olduğumu düşünürse beni okula bırakırdı ve ben bu fırsatı asla kaçıramam. Onunla geçireceğim her an benim için değerliydi. Arda özel bir üniversitede mimarlık son sınıf öğrencisiydi. Tam burslu okuyordu ve bölüm birincisiydi. Hem zeki hem yakışıklı ve benim beni hiç görmeyen kahramanım.
“Elbette heyecanlıyım. Sabaha kadar uyuyamadım.” Dedim inanmış olmasını ve beni okula bırakmasını dileyerek.
“Peki o zaman bu gün sana bir güzellik yapıp seni okula ben götüreyim. Tabi ben ilkokul çocuğu muyum demezsen.” dedi gülümseyerek. Veee zafer.
“Bunu gerçekten çok isterim.”
“Tamam o zaman dersin kaçta?”
“Onda.” Saatine baktı ve tam dokuzda hazır olmamı söyledi. Yaşasın! Okula Arda ile gidiyorum. Birde bana ufaklık demeyi bıraksa ne olur. Ayrıca şu takıldığı kızlar var. Bazen ondan küçük olduğum için cidden sinir oluyorum. Aslında biraz düşününce o kadar da küçük değilim. Aramızda hepi topu dört yaş var. Heyecanlı değilim diyorum ama biraz korkuyorum. Ben pek arkadaş canlısı değilimdir. Annemin benden on üç yaş büyük olması insanların tuhafına gider ve bunu hep sorgularlardı. Bu yüzden insanlardan uzak durmayı tercih ederim. Korkumu unutmak için kitap okumaya karar verdim ve çantamdaki romanımı çıkarıp okumaya başladım. Roman okurken resmen kendimi kaybediyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bugün olduğu gibi. Saçlarımın karıştırılmasıyla irkildim. Arda tepemde dikilmiş bana gülüyordu.
“Bu sefer hangi aleme daldın kitap kurdu. Hadi çıkalım yoksa geç kalacaksın.” dedi. Ancak bir sorun var gibi. Morali bozuk. Beni beklemeden arabaya yürümesinden anlaşılıyor. Normalde birlikte bir yere giderken hep elini omzuma atar ve beni kendinin tabiriyle etraftaki aç kurtlardan korurdu. Yerimden kalkıp peşinden gittim ve ön koltuğa yanına oturdum. Ben emniyet kemerini bağlarken o da arabayı çalıştırdı. Yolda birkaç kez sormaya çalıştım ama cevap vermedi. Beni okula bırakırken iyi şanslar diledi yüzünde zoraki bir gülümsemeyle. Daha sonra da arabasına binip gitti. Sanırım yine kız arkadaşıyla kavga etti. Bir gün gerçekten o kızın saçını başını yolacağım.
Derin bir nefes alıp arkama döndüm ve fakültesi binasına baktım. Hiç arkadaşımın olmamasının en büyük mükafatıydı burayı kazanmak. Çok fazla boş zamanım olmasını ders çalışarak değerlendirmiştim ve sonuç olarak buradaydım. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmıştım. Bir süre binayı izledikten sonra tekrar derin bir nefes alıp fakülteye girdim. Daha önce geldiğim için neyin nerde olduğunu biliyordum. Direk sınıfıma gittim. Sınıfa girince arkalarda bir yere oturdum. Önlerde olmayı sevmezdim. Göz önünde olmak beni gererdi. Sınıfta herkes birbiriyle tanışmaya ve arkadaş olmaya çalışıyorlardı. Ancak ilk başta kurulacak olan arkadaşlıkları büyük çoğunluğu zamanla bitecekti. İlk zamanlar kimse kimseye gerçek yüzünü göstermezdi. Yani şuan ki halleri sahte ve yapmacıktı. Onları boş verip kitabımı okumaya karar verdim. Tam kitabıma başlamıştım ki biri yanıma oturdu. Onu umursamamaya çalıştım ama kız ısrarla benimle konuşmaya çalışıyordu. Sonunda kitabımı kapatıp ona döndüm. Buz gibi bir sesle
“Ne istiyorsun?” diye sordum. Benden böyle bir şey beklemiyormuş gibi dondu kaldı. Onu umursamayıp tekrar kitabıma döndüm. Çocukluktan kalma bir durumdu bu. Bana yaklaşmak isteyen insanlar soğuk duvarlarımla karşılaşırlardı. İnsanlara duygularımı belli etmemem gerektiğini acı bir şekilde öğrenmiştim. Hayata bir sıfır yenik başlayan biriydim ben. Beni koruyacak annemden başka kimse yoktu. Bu yüzden kendimi korumayı öğrenmiştim. Acımasız olan bu hayatta bende acımasızdım. Benim sevgim ve iyi yönüm sadece ailem olarak gördüğüm insanlaraydı.
“Sadece seninle tanışmak istemiştik. Bu kadar kaba olmana gerek yoktu.” Diyen önümde oturan çocuğa baktım. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Bana elini uzatıp “Ben Yavuz, bu da kuzenim Balın. Peki senin adın ne?” diye devam etti. Gerçekten anlamıyorlar mıydı yani. Onlarla arkadaş falan olmayacaktım. Ona aldırmadan kitabıma döndüm ancak bana bunlardan rahat yoktu. Bu seferde elimdeki kitabı almıştı. Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım.
“Kitabımı geri ver.” Dedim ama o beni takmayarak kitabımı karıştırmaya devam etti. Artık cidden sinirleniyordum ve ben kızına gözüm hiçbir şeyi görmezdi. Tam ona bağıracağım sırada sınıfa hoca geldi. Kendini tanıttıktan sonra direk derse başladı. Tanışma faslı olmamıştı. Herkesi zamanla tanırım sizde zaten kendiniz tanışırsınız dedi. Haklıydı. Ders blok olmuştu. Adam dört saat boyunca tıptaki bazı temel kavramları anlattı. Ayrıca kullanacağımız kitapları söyledi. Dört saatin sonunda sınıfın çoğu uyumuştu. Ben ise hala pürdikkat hocayı dinliyor ve söylediği her şeyi not alıyordum. Başımda bir gölge hissedince başımı kaldırdığımda beklediğim son şey gözlerini bana dikmiş hocaydı. Önce bana baktı sonra not defterimi alıp baktı.
“Adın ne senin?” diye sorunca şaşırmıştım. Yani hocaların dikkatini çekeceğimi biliyordum. Her zaman çekerdim. Çünkü her zaman okul birincisiydim. Buraya da birinci sırada yerleşmiştim ama ilk desten dikkat çekmek beni biraz germişti.
“Aslım Öztürk hocam.” Diye cevap verdim. Hoca gülümsedi ve not defterimi geri yerine bıraktı.
“Birinci sırada yerleşen öğrencisin. Birinciliği kaptırmak istemiyorsun anlaşılan. Hırslı öğrencileri severim. Özellikle bu hırsını öğrenmek için harcayanları.” Dedikten sonra yerine geri döndü. Tüm sınıfta uyanık olan herkes bana bakıyordu. Bu durum hiç hoşuma gitmemişti. Ben görünmez olmayı tercih ederdim. Göz önündeki parlak kişi olmayı değil. Hoca birkaç şey daha söyledikten sonra dersi bitirdi ve sınıftan çıktı. İlk olarak önümdeki çocuğun elindeki kitabımı aldım. Daha sonra eşyalarımı toplamaya başladım.
“Aslım ha. Güzel isimmiş.” diyen Yavuz’a bakmadım bile ama sıradan çıkabilmem için Balın denen kızın kalkması gerekiyordu. Ona bakıp:
“Ne bekliyorsun davetiye mi?” diye sorduğumda gözleri dolmuştu. Tamam sesim çok sert çıkmıştı ama ağlaması mı gerekiyordu. Yavaşça yerinden kalkıp bana yor verdi. Sıradan çıkmış ve gidiyordum ki kolum tutuldu. Önce kolumu tutan ele daha sonra Yavuz denen çocuğa baktım. Gözlerinde bariz bir öfke vardı.
“Derdin ne senin. Sadece seninle arkadaş olmak istemişti. Bu şekilde davranmana gerek yoktu.” Diyerek bana kızıyordu. Onu umursamadan kolumu elinden kurtardım ve önce sınıftan sonra fakülteden çıktım. Bu sırada Arda’nın mesajını gördüm. Çıkışta onu beklememi beni alacağını söylüyordu. Direk onu aradım ama meşgule alıp on dakikaya burada olacağını yazdı. Bana düşen onu beklemekti. Telefonu tekrar çantaya attığımda o ikisini fakülteden çıkarken gördüm.

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin