39. Bölüm

325 26 0
                                    

Beklenmedik anda beklenmedik olaylar yaşanır hayatta. O yüzden hep demezler mi zaten hayat sen planlar yaparken başına gelenler değil midir diye. Siz planlar yaparken hayat kendi yolunu çizer. Sen boşuna planlar yapıyorsun der sana. Ben çoktan senin yolunu çizdim der. Tabi bunu söylerken de sana bir tarafları ile gülmeyi ihmal etmez. Birkaç dakika öncesine kadar Yalaz’ın kollarında huzurla yatarken şimdi ise onu Arda ve Yağız’ın elinden almaya çalışıyordum. Çalan kapı ile neye uğradığımızı şaşırmıştık ama asıl şaşkınlığı kapıyı açtığımızda yaşamıştık. Arda, Yağız, Balın ve Agah amca karşımızda duruyorlardı. Daha ben ne olduğunu anlayamadan Arda ve Yağız Yalaz’ı tuttukları gibi dışarı savurmuşlar ardından da üstüne çullanmışlardı. Agah amca ve Balın sadece izlemekle yetinmişlerdi. Ben onları durdurmaya çalıştığımda ise Agah amcanın engeline takılmıştım.

“Yeter, bırakın artık yoksa öldüreceksiniz.” dedim adeta yalvararak. Ancak beni pek dinledikleri söylenemezdi. Çaresiz çırpınışlarım sonuç vermemiş ve ben artık ağlamaya başlamıştım. Onlara kendimi dinletemeyeceğimi anlayınca Agah amcaya döndüm. “Lütfen Agah amca söyle dursunlar, seni dilerler.” dedim son bir umut. Bir süre yüzüme baktıktan sonra insafa gelmiş olmalı ki:

“Tamam, bırakın artık bu kadarı kafi.” dedi. Onun bu sözünü bekliyormuş gibi hemen bıraktılar. Oysa ben o kadar çırpınmış ve yalvarmıştım ama hiçbirini gözleri görmemiş, kulakları duymamıştı. Agah amcanın tek bir sözü yetmişti durmaları için. Agah amcanın kollarından kurtulup Yalaz’a doğru koştum ama bu seferde Arda tarafından engellendim. Sevdiğim adam karşımada kanlar içinde yatarken ona giden tüm yollar kapatılmıştı sanki.

“Bırak lütfen yanına gideyim. Çok kötü dövdünüz, bir bakayım iyimi diye.” desem de aldırmadı, aksine beni ondan daha da uzaklaştırdı.

“O tüm bunları hak etti ufaklık. Bundan sonra değil seni görmek, seninle konuşmak, sana yaklaşamaz bile.” derken beni ondan tamamen uzaklaştırmıştı. Ben ise hala çırpınıyor ve elinden kurtulmaya çalışıyordum.

“Siz Aslım’ı eve annesine götürün, biz de Balın ile şu herifi hastaneye götürelim. Sonra yanınıza geliriz.” diyen Agah amca ile Arda beni arabaya doğru sürükledi. Ben ise hala çırpınıyor ve beni bırakması için yalvarıyordum. Bana kulaklarını tıkadığından ve kalbini susturduğundan habersizdim. Beni zorla arabaya bindirdi ve kendisi de yanıma geçti. Arabadan inmeye çalıştığımda beni tekrar kolları ile beni sardı. Yağız şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Araba yavaşça hareket etmeye başladığında ben hala bir umut kurtulmaya çalışıyordum. Artık dağ evi görüş alanımdan çıktığında ben de çırpınmayı bırakmıştım. Beni buradan zorla götürüyorlardı ama götürdükleri sadece bedenimdi. Kalbim ve aklım geride sevdiğim adamla kalmıştı. Onu son gördüğüm hali adeta kor olup düşmüştü yüreğime. Şimdi herkes susmuştu, duyulan tek şey benim hıçkırıklarımdı. Yağız benim ağlamama daha fazla dayanamamış olacak ki sessizlik yeminini bozdu.

“Daha fazla ağlama artık. Merak etme, o bu kadarla ölmez, sadece bayıldı. Eminim ki ayılır ayılmaz kapımıza dayanacak ve bizden yine dayak yiyecektir.” dedi. Bunu söylerken de gülmeyi ihmal etmemişti. Tabi onun sözleri ve bir de üstüne gülmesi benim için bardağı taşıran son damla olmuştu.

“Bunu nasıl söylersin, hem de gülerek? Sen, siz bu kadar gaddar ve acımasız insanlar değildiniz, ya da hep böyleydiniz ama ben göremedim. Yalaz’ın o haliyle, benim gözyaşlarımla eğlenebiliyorsunuz madem öyle olsun. Beni eve bıraktıktan sonra defolup gideceksiniz ve bir daha gelmeyeceksiniz. Mümkünse bundan sonra sesinizi duymak ya da yüzünüzü görmek istemiyorum. Bundan sonra benim için ikinizde yoksunuz. Ayrıca yol boyunca benimle konuşmazsanız çok mutlu olurum. O harika fikirlerinizi kendinize saklayın.” dedim gözyaşları içinde. Sözlerimin ağır olduğunun ve onları çok derinden yaraladığımın elbette ki farkındaydım ama bu plan onlarındı. Ben Yalaz’ı cezalandırmak istememiştim yada ondam ayrı kalmak. Onlar kendilerince Yalaz’a bir ceza biçip onunla eğlenmişlerdi ama bu ceza ikimize birdendi. Yanan ikimizdik, eğlenen onlardı. Ayrı kalan da acı çekende bizdik, onlar ise sadece eğlenen taraftı. Biz ayrılık ateşiyle yanıp küle dönerken sessiz feryadımızı kimse duymadı. Onlar bize kör ve sağır olmayı seçtiler. Şimdi de ben onlara, onların acılarına kör ve sağır olmayı seçiyordum.
Yolculuk bitip de eve geldiğimizde araç durur durmaz indim. Onları ardımda bırakarak sözlerimde ne kadar ciddi olduğumu kanıtlamaktı niyetim. Evin bahçesine girdiğimde annemde dahil endişe ve merak ile beni beklediğini gördüm. Kırgındım, kızgındım ve öfkeliydim. Bu yüzden de gözüm hiç kimseyi görmüyordu. Annemi bile.

“Kızım iyi misin? Bir yerine bir şey olmadı değil mi?” diye endişeyle sorarken bir yandan da beni kontrol ediyordu. O an bana gelen mesaj geldi aklıma sebepsizce. Bir anlık cesaret veya öfkenin bedenimi ele geçirmesi sebepti bilmiyorum. Normalde asla cesaret edemeyeceğim o soruyu sordum anneme.

“Benden bir şey saklıyor musun anne?” derken gözlerinin içine bakıyordum direk. Sorum annemi oldukça şaşırtmıştı.

“Ne gibi bir şey kızım?” derken bile sesine tedirginlik hâkim olmuştu ve gözlerini benden kaçırmıştı. Elbette ki saklıyordu, yoksa bu sorum onu bu kadar tedirgin etmezdi.

“Geçmiş anne. Geçmişimizde ki, geride bıraktığın hayatındaki o insanlar yakınımızda ve sen bunu bildiğin halde benden saklıyorsun. Kim olduklarını ve ne kadar yakınımızda olduklarını bildiğin halde susuyorsun. Söylesene anne onlarla konuşuyor musun? Her şeyi, yaşadıklarını yaşadıklarımızı unutup onlarla görüşüyor musun? Hani çocukluğunu elinden alan ve hamile halinle seni sokağa atan o insanlarla beni bile görüştürmüş olabilirsin, haksız mıyım?” dedim. Sesim en soğuk kış gecelerinden bile daha soğuk ve sözlerim en etkili zehirden bile daha ölümcüldü ve ben bunun elbette ki farkındaydım. Ancak emin olduğum bir diğer şey ise kırıldığım kadar da kırmak istediğimdi. Her şey üst üste gelmiş ve ben artık dolup taşmıştım. Annemin gözleri ise bana gerçeği haykırıyordu, tüm bunların doğru olduğunu.

“Ben cevabımı gözlerinden aldım anne, senin bir şey söylemene gerek yok.” dedim ve bir şey söylemesine izin vermeden yanından geçtim. Herkesi ardımda bırakıp eve girerken kalbimin adeta paramparça olduğunu hissettim. Kalbim sadece paramparça olmamış aynı zamanda da buz tutmuştu. Annem beni hiçe saymıştı. Neler hissettiğimi, bu konuda ne kadar hassas olduğumu bile bile benden bu gerçeği saklamıştı. Usul usul çıktım merdivenleri ve odama girip kapıyı kilitledim. Üzerime ölü toprağı atılmış gibiydi. Odanın ortasında durmuş öylece boşluğa bakıyordum, bakıyordum ama görmüyordum. Adeta geçmişin karanlığında kaybolmuş gibiydim. Yumruklanan kapıma da annemin yalvarışlarına da sağır olmuştu kulaklarım. Duyuyordum ama bir tepki veremiyordum. Sanki hayat enerjim çekişmiş gibiydi. Bir süre sonra bir uğultudan ibaret olan sesler de son buldu ve yerini keskin bir sessizliğe bıraktı. Sessizlik artık beni boğmaya başladığında sarsak adımlarla banyoya geçtim. Uzun süre suyun altında kaldım. Kendime gelmeli ve bundan sora ne yapacağıma karar vermeliydim. Banyodan çıktıktan sonra üzerimi giyip yatağıma oturdum. Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı. Sonunda önümde tek bir yol kaldı, o da geçmişle yüzleşmek. Ancak bu şekilde bir karabasan gibi üzerime çöken bu gölgeden, geçmişin gölgesinden kurtulabilirdim. Önce biletlere bakıp aktarmalı da olsa gece 02.00’da bir bilet buldum ki bu biletin bu saatte olması benim için bir lütuftu. Ardından da kendime bir çanta hazırladım. Gece olup herkes uyuduğunda sessizce evden çıktım. Yüreğim yana yana arkamı döndüm doğup büyüdüğüm eve. Geçmişe yüzleşmeye gidiyordum ama biliyordum ki bu yüzleşme hayatımı tamamen yerle bir edecekti. Ruhumun ışığını söndürecek, beni darmaduman edecekti. Kimliğimi, benliğimi yok edecekti. Bundan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin