Sen kaçmak, yok saymak istesende, hayatından def etmek istesende onlar da istemedikçe tamamen kurtulmuş sayılmazsın. Eğer kaçtıkların senin hayatının bir parçası olmakta kararlı ise sen ne kadar çabalarsan çabala kurtulamazsın. Sen git dedikçe o gelir. Sen kaçtıkça o karşına çıkar. Sen ne kadar kurtulmak istesende hep bir hayalet gibi peşinde, karşında, yanı başındadır. Sen çırpınırsın kurtulmak, unutmak için ama o sana hep kendini hatırlatmanın bir yolunu bulur.
Şu an yaşadığım tam olarak buydu. Benim kaçmak istediğim gerçek üç kişinin cismine bürünmüş halde karşımda duruyordu. Biraz huzur istemiştim ben. Sadece huzur. Ama o huzur uzun bir süre hayatıma uğramayacak gibi görünüyordu. Ansızın hayatımıza giren bu aile bizim huzurum uzun, mutluluğumuzun, neşemizin katili oluvermişti bir anda. Ben kapının önünde durmuş onlara bakarken onlar da arabalarının yanında durmuş beni izliyorlardı. En iyi yaptığım şeyi yapıp onları yok saymaya karar verdim. Amacım yanlarından geçip gitmekti. Her ne kadar ayaklarım geri geri gitsede onlara doğru ilerledim. Yüzlerinde hiçbir mimik oynamazken yırtıcı bir kuş gibi her bir hareketimi izliyorlardı. Tam yanlarından geçip gidecekken bana en yakın olan koluma bir mengene gibi yapıştı. Tutuşu öyle serttiki bu canımı yakmıştı. Kolumu tutuşundan kurtarmak için çırpındım ama fayda etmiyordu. Çırpınmanın fayda etmeyeceğini anladığımda kendimi serbest bıraktım. Arda'nın bana öğrettiği savunma derslerine şükrederek elimin avuç kısmıyla boğaz bölgesine vurdum. Sendelemesi ile kolumu elinden kurtarıp kolunu arkaya kıvırdım ve bu sefer dizlerinin arka kısmına sizinle vurdum. Bu onun dizlerinin üzerine çökmesine neden oldu. Bunun ardından onu bıraktım. Sonuçta kuzenimdi ve onu yaralarsam annem bana çok kızardı.
“Bir daha sakın bana dokunmaya kalkma. Bir dahaki sefer kolunu kırmadan bırakmam.” dediğimde üçüde şakınca bana bakıyordu. Sonra birden diğer ikisi kahkaha atmaya başladı. O ise ayağa kalkarak üzerini düzeltti. Şaşkınlığı yerini öfkeye bırakmıştı.
“Abi gülmeyin bak kötü olur sonra.” dedi. Sanırım bu en küçükleriydi. Diğerleri kahkaha atmayı bırakmıştı ama hâlâ gülüyorlardı. Gelenlerden biri;
“Oğlum napalım ufacık kız seni tutup yere çaldı. Allah’tan yabancı değil de kuzenimiz. Yoksa vay halineydi. Babamın dilinden kurtulamazdın. Haksız mıyım abi?” dedi diğerine. Kuzen mi? Bu insanlar anlamıyor muydu gerçekten? Yoksa ben dün yeterince açık konuşamamış mıydım? Tamam bende onlara kuzen ödemiştim ama ben onları kabullenmemiştim ve ben o an annemi düşünmüştüm. Yere düşürdüğüm çocuk benimle aynı fikirde olacak ki;
“Ne kuzen ama. Dün bizi evden kovduğu yetmezmiş gibi bugün de kolumu sakatlandı.” dedi. Sesinde bariz öfke vardı. En azından biriyle duygularımız karşılıklıydı. Benim onlardan nefret ettiğim gibi o da benden nefret ediyordu.
“Bir konuda anlaşabildiğimize sevindim. Doğru dün sizi kovdum ve fikrim hâlâ aynı. Sizi hayatımızda istemiyorum. Mümkünse sizi bir daha görmek istemiyorum. Lütfen geldiğiniz gibi hayatımızdan çıkıp gidin.” dedim. Beni dinlemeyeceklerini biliyordum ama ben karşılaştığımız her fırsatta bunu dile getirecektim. Yere düşürdüğüm adam daha da öfkelendi ve üzerime yürümeye başladı. En baştan beri sadece bizi izleyen adam müdahale etmeye karar vermişti sonunda.
“Devran!” dedi uyarı dolu ses tonuyla. Demek bu öfke kontrol sorunu olan adamın adı Devran'dı. Devran homurdanarak bizden uzaklaştı. Daha fazla bunlarla muhatap olmak istemiyordum.
“Derdiniz neyse söyleyin ve beni rahat bırakın.” dedim. Bunu yapmalarını, beni gerçekten rahat bırakmalarını yürekten dileyerek.
“Öncelikle kendimizi tanıtalım. Tekrardan. Benim adım Baran, kardeşlerin en büyüğüyüm. Az önce yere serdiğin Devran, erkek kardeşlerin en küçüğü. Bu da Miran, ortancamız.” dedi. Ben tek kaşımı kaldırıp baktığımda konuşmasını sürdürdü. “Biz buraya seninle konuşmaya geldik. Daha doğrusu bilmediklerini sana anlatmaya diyelim.” dedi. Cidden mi?
“Sizi dinleyeceğimi ya da size inanacağımı düşündüren ne?” diye sordum. Onlara asla inanmazdım. İnanmak şöyle dursun onları dinlemezdim bile. Ancak o beni hiç tahmin etmediğim bir yerden vurdu.
“Annen. Yani halam. Ona olan sevginin ve onu koruma isteğinin farkındayız. Tüm bunları onu korumak için yaptığının da farkındayız. Sana kızmıyoruz, seni anlıyoruz hatta seni taktir ediyoruz.” dedi. Beni anlamaları onlara karşı yumuşamam için yeterli değildi ancak söz konusu annem ve mutluluğu olunca en azından durup düşünmeme yetmişti. Ancak her şeye maydanoz olan Devran Bey boş durmadı ve bu işe de burnunu soktu. Olduğu yerden bizi dinlediğini ve abisine katılmadığını göstermek adına;
“Kendi adınıza konuşun. Ben size kesinlikle katılmıyorum.” dedi. Bu da onları dinlememem için iyi bir neden oldu. Tekrar yoluma gitmek için harekete geçtiğimde bu sefer de kolumu Baran tuttu ama onun tutuşu Devran gibi sert değildi. Daha çok incitmekten korkar gibi tutuyordu. Narin bir çiçeği tutar gibiydi dokunuşu. Sanki ben hemencecik kırılıverecek camdan bir vazoydum da o bunu önlemek ister gibiydi. Tutuşunda nefret yoktu, kızgınlık yoktu. Bunun aksine sevgi vardı, şefkat vardı, koruyuculuk vardı. Bu totuş bana kendini güvende hissettiriyordu. İlk kez annem, Açelya ve Arda dışında birinin yanında kendimi güvende hissediyordum. Bu düşünce, bu his beni ölesiye korkuttu. Bu hissi aklımdan ve kalbimden atmak için başımı iki yana salladım ve gözlerimi yüzüne çevirdim. Yüzünde şefkat dolu bir gülümseme vardı. Başımı diğerlerine çevirdiğimde şaşkınca ve biraz da tedirgin bir şekilde bize bakıyorlardı. Başımı tekrar Baran'a çevirdim. Hâlâ yüzünde o şefkat dolu ifade vardı. Bu ifadesi beni korkutuyordu. Bu adam beni ölesiye korkutuyordu. Kendimi onun etkisinden kurtarıp kolumu çektim. Zorlamama gerek kalmadan bırakmıştı.
“Hâlâ ne istiyorsun? Sizinle konuşmak istemiyorum görmüyor musun?” dedim ama sesim daha önceki kadar sert çıkmamıştı. Denemiştim ama başaramamıştım. Devran yine arkadan atladı.
“Ben size bu kızla konuşulmaz dedim. Ne diye uğraşıyoruz ki hâlâ anlamıyorum.” dedi. Bunun üzerine Baran'ın yüzü karardı, öfke gelip oturdu çehresine. Başını usulca Devran'a döndü. Bunun üzerine Devran seslice yutkundu. Sanırım abisinden korkuyordu. Baran Devran'a tuşlar gibi bir sesle;
“Ya o çeneni kapat ya da ben dilini koparayım. Hangisi işine gelirse seç birini.” dedi. Devran bunun üzerine bizden biraz daha uzaklaştı. Baran kendi kendine “Ben de öyle düşünmüştüm.” dedi ancak sesi çok alçak çıkmıştı ve ben zar zor duymuştum. Baran tekrar bana döndüğünde yüzündeki o öfke kaybolmuş ve yerini tekrar bir gülümseme almıştı. Kardeşine karşı bu denli korkutucu olabilen bu adam bana karşı nasıl bu kadar yumuşak alabiliyor aklım almıyordu doğrusu.
“Seninle konuşmak istiyorum. Eminim kafanda bir sürü soru var ve cevap arıyorsun. İnan bana biz de senden farklı değiliz. Bildiğimiz pek çok şey yanlış çıktı. Biz halamı on altı yaşında evlendi biliyorduk. Seni de o dört yaşında biliyorduk ama öğrendik ki gerçek bambaşkaymış. Biz hem gerçekleri öğrenmek hem de bizim hakkımızdaki gerçekleri sana anlatmak istiyoruz.” dedi. Sesi öyle yumuşak ve ikna ediciydi ki neredeyse ona inanıyordum. Az önce kardeşi ile konuşurkenki ses tonundan eser yoktu şimdi. Bir insan bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar farklı ruh hallerine bürünebiliyordu aklım almıyordu doğrusu. Bu hâli fazlasıyla fazlasıyla ürkütüyordu. Davranışları ürkütücü olmasının yanı sıra oldukça ikna ediciydi. Davranışlarında ve sözlerinde gerçekten ciddimiydi yoksa rolmü yapıyordu anlamak mümkün değildi. Bu durum benim kafamı karıştırıyordu. Ona ne cevap vermem gerektiğini veya ona güvenip güvenemem gerektiğini bilmiyordum. Titrek bir nefes aldım. Biliyordum ki sesinde nefesim gibi titreyecekti.
“Be...Ben...”dedim ancak devamını getiremedim. Bir çıkış yolu arıyordum ama yoktu. Çevreme bakındım, Balın ve Yavuz uzaktan bizi izliyorlardı. Sanki ters bir durum olsa hemen müdahale edecekmiş gibi bir halleri vardı. Ancak onlardan yardım isteyemezdim. Bu kurallarımın dışına çıkmak olurdu. Tekrar Baran'ın yüzüne baktım. Sakince vereceğim cevabı bekliyordu. Hayatım boyunca hep net olmuştum. İlk kez bu adamın karşısında kovalıyordum. Kurtuluşum, çıkış yolum ise hiç ummadığım birinden gelmişti. Önce omzumda bir el hissettim, tanıdık bir o kadar da yabancı. Daha sonra da hiç ummadığım bir insanın sesi doldurdu kulaklarımı. Ben ise alabora olmuş bir haldeyken önüme çıkan bu sese can simidine sarılır gibi sarıldım. Tek bir söz çıktı ağzından ve beni kurtardı bu girdaptan.
“Aslım!” dedi sadece ve beni içine düştüğüm bu karanlık girdaptan çekip çıkardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
RomanceÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...