46. Bölüm

355 23 0
                                    

Bir şeyin değerini onu kaybetmeden anlayamıyoruz maalesef ki. Abim telefonla konuşurken gözlerinin içine bakıyor ve kötü bir haber olmaması için içten içe dua ediyordum. Sonunda konuşmasını bitirdiğinde ben de merakla gözlerinin içine bakıyordum.

“Aslım hemen İstanbul’a dönmeliyiz.” dediğinde artık emindim kötü bir şey olduğunu. Hem de çok kötü bir şey olmuştu. Ben gözlerinin içine korku ve endişe ile bakarken abim yutkundu ve:

“Annen ve Agâh amcam kaza yapmışlar, annenin durumu ağırmış.” dedi. Sözlerini bitirmesi ile benim resmen dizlerimin bağı çözüldü ve olduğum yere çöktüm. Annem kaza yapmıştı ve durumu ağırdı öylemi. Abim beni yerden kaldırdı ve:

“Güçlü olmalısın kardeşim annen için güçlü olmalısın. Sana ihtiyacı var.” dedi. Ardından beni yerden kaldırıp hazırlanmam için odama gönderdi, kendisi de Erdem’i arayıp durumu anlatmaya koyuldu. Bir yandan ağlıyor bir yandan da hazırlanmaya çalışıyordum. Aklımda tek bir düşünce vardı o da geç kalma korkusu. Anneme geç kalmak ve onu sonsuza dek kaybetme korkusu. Sonunda üzerimi giyip geldiğimde abim kapı ağzında beni bekliyordu. Titreyen bacaklarım beni zar zor taşıyordu. Sonunda yanına ulaştığımda abim koluma girdi ve evden çıktık. Arabanın yanına geldiğimizde bizi bekleyen Erdem ile bir an durakladım.

“Hayırdır kardeşim bir sorun mu var?” diye soran abim ile ben de gözlerimi ona dikmiştim. Bu sorunun cevabını bende merak ediyordum doğrusu.

“Hayır, kardeşim bir sorun yok. Sadece ben de sizinle geliyorum. Annem tek başlarına göndermeyelim dedi ve haklı da. Bu halde araba kullanamazsın. Maazallah kaza falan yaparsınız. Bir de sizin acınızı yaşatmasın Rabbim.” diye cevapladı abimi. Abim başını sallayıp anahtarı ona uzattı. İtiraz edecek durumda değildi. O da kendinde değildi. Agâh amcam onun için babası gibiydi. Kader bizi kaçtığımız yere adeta uçarak gitmek zorunda bırakıyordu. Arabaya geçtiğimizde abim de arkaya benim yanıma oturmuştu. Yol boyunca ben onun kollarında ağlamıştım o da sessizce yaşamıştı acısını yüreğinde. İkimizin de teselliye ihtiyacı yoktu. İhtiyaç duyduğumuz tek şey sevdiklerimizin iyi olduğunu bilmekti.

Yolculuk bitip de İstanbul’a ulaştığımızda direk hastaneye sürmüştü Erdem arabayı. Bizi kapıda karşılayan Devran beni hemen kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Ardından da kulağıma:

“Merak etme halam güçlü kadındır ve seni bırakıp hiçbir yere gitmez.” diye fısıldadı. Haklıydı, annem çok güçlü bir kadındı. Ben savaşmayı da asla pes etmemeyi de ondan öğrenmiştim. Ben güçlü olmayı, zorluklar karşısında yenilmemeyi ondan öğrendim.

“Nasıl olmuş bu kaza?” diye soran abimle ben de onun yüzüne baktım merakla.

“İstanbul çıkışında alkolik bir sürücü sebep olmuş. Diğerleri nereye gittiklerini bilmiyor ama istikametleri bana Çanakkale’ye geldiklerini düşündürdü. Sanırım sonunda sizi buldular ve kimseye söylemeden yanınıza geliyorlardı.” dediğinde dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. Benim, bizim yüzümüzden yani. Eğer biz kaçmasaydık ya da onlara yerimizi söyleseydik bunların hiçbiri olmayacaktı.

“Sil o aklındaki düşünceyi Aslım ve sakın kendini suçlama.” diyen abim resmen aklımı okumuştu. Devran da onu onaylayarak:

“Yağız haklı Aslım, sakın kendini suçlama eğer kendini suçladığını bilirse annen çok üzülür. Hadi artık içeri geçelim.” dedi. Onu başımla onayladım. Bende bir an önce içeri girip annemi görmek istiyordum. Abim koluma girmiş yürümeye başlamıştık ki abim tekrar durdu.

"Bizde akıl mı kaldı. Bu da arkadaşım Erdem, bizi yalnız göndermek istemedi acele edip kaza yaparız diye. Abi sana zahmet onunla ilgilenir misin? Bizim kendimize faydamız yok.” diyerek Erdem’i Devran ile tanıştırdı. Haklıydı, bizim kafamız yerinde değildi ve Erdem burada kimseyi tanımıyordu.

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin