Her insanın kendince dertleri vardır ve herkesin derdi kendisine göre dünyanın en büyük derdidir. Bunun en önemli sebebi her insanın kendi hayatının başrolü olmasıdır. Bu hayat bir tiyatro sahnesi ve hepimiz kendi hayat oyunumuzun başrol oyuncularıyız. Diğerleri ise bizim bu hayat oyunumuzda birer figüran. İşte bu yüzden onların ne hissettiğini ya da ne düşündüğünü pek umursamıyoruz. Bizim için her zaman kendimizin ne hissettiği daha önemli oluyor. Ancak unuttuğumuz çok önemli bir şey var. Bu hayat sadece bizden, bizim yaşadıklarımızdan, bizim ne hissettiğimizden ya da bizim hayatımızdan ibaret değildir. Başka başka hayatlar bir araya gelerek yaşamın kendisini oluşturur. Yani bir bütün oluşturur. Bizim hayatımızda bir figürandan ibaret olan bir kişi kendi hayatının başrolüdür ve biz de onun hayatında birer figürandan ibaretiz. Her hayat değerli ve özeldir. Her insan özel ve biriciktir.
“Çok fazla düşünüyorsun, bu kadar düşünmek yerine hayatına devam etmelisin.” diyen Yağız ile başımı ona çevirdim. Okulun kafeteryasında oturmuş çay içiyorduk.
“Elimde değil, düşünmeden yapamıyorum. Ayrıca o kişi her kimse bana kendisini her gün hatırlatıyor ve kendisini unutmamam için elinden geleni yapıyor.” diye cevap verdim ona. Bıkmıştım artık ondan da mesajlarından da. İki hafta olmuştu ve o bıkıp usanmadan aynı mesajı tekrar tekrar gönderiyordu bana.
“Biliyorum yoruldun artık ama başka çaremiz yok. Balın sürekli sorular soruyor ve bizde bir tuhaflık olduğunu söylemeyi de unutmuyor. Keza Yalaz abim de bir şeyler olduğunun farkında ama üstelemiyor yani artık üstelemiyor. En azından onlar için biraz daha çabala lütfen. Tüm bunlar yakında son bulacak ben inanıyorum.” dediğinde gözlerim ister istemez dolmuştu. Bunun ben de farkındaydım, hatta sırf bu yüzden Yalar ile ilk kavgamızı yapmıştık. Şimdi ise o kendi kabuğuna çekilmişti. Bu halinin fırtına öncesi sessizlik olduğunun elbette ki farkındaydım. Sadece ne zaman fırtınanın kopacağını bilmiyordum hepsi o.
“Biliyorum ve her şeyin farkındayım ama artık cidden çok yoruldum. Savaşmaktan yoruldum. Sürekli ailemden ve sevdiklerimden bir şeyler saklamak zorunda bırakılmaktan yoruldum. Ben de artık bir parçacık huzur istiyorum. Sence çok şey mi istiyorum?” diye sordum. Artık daha fazla dayanamamıştım ve gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Yağız usulca gözyaşlarımı sildi.
“Şist. Tamam, ağlama lütfen. Bunların hepsi geçecek. Bir gün arkana dönüp baktığın zaman tüm bu yaşadıklarını kötü birer kâbus olarak hatırlayacaksın. En önemlisi de o zaman istediğin o huzura kavuşmuş olacaksın.” demeyi de unutmadı. Tam ona cevap verecekken arkasından bize doğru yaklaşmakta olan Balın’ı gördüm ve hemen gözyaşlarımı sildim.
“Hayırdır ne konuşuyorsunuz öyle fısır fısır?” diye soran Balın bir anda kaşlarını çattı. Bu sefer neye kızdığını merak etmiştim. “Sen ağladın mı ama neden?” diye sorduğunda cevabımı alırken ister istemez gerilmiştim. Ona ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Yalan söylemekten bıkmıştım ama gerçeği de söyleyemezdim.
“Neden olacak senin o anlayışsız abin yüzünden. Benim küçük kardeşimin kalbini kırmış. Söyle ona bu şekilde devam edecekse kardeşimden uzak duracak.” diyen Yalaz ile şaşkınca ona baktım. Ne diyordu böyle? Ne demek kardeşimden uzak dursun? Olanları bilerek nasıl bu şekilde konuşabilirdi?
“Ama…” diye itiraz edecek oldum ama o masanın altından elimi sıkarak beni susturdu.
“Haklısın. Bu konuda sonuna kadar sana hak veriyorum. Abim olabilir ama bu yontulmamış bir odun olduğu gerçeğini değiştirmiyor.” diyen Balın ise şaşkınlığıma şaşkınlık eklemişti.
“O zaman onu yola getirmek konusunda bana yardım edecek misin küçük hanım?” diye soran Yağız’ın ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlayamıyordum.
“Abim çıldıracak mı ya da şöyle sorayım sürüm sürüm sürünecek mi?” diye sorarken Balın’ın gözlerinde anlamlandıramadığım bir pırıltı vardı.
“Hem de sonuna kadar. Resmen ayaklarımıza kapanıp bize yalvaracak.” derken Yağız’ın da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Ben is şaşkınca bir ona bir diğerine bakıyordum. Bu kız nasıl kardeş demeden de geçemiyordum. Yani böyle kardeş düşman başına diyeceğiniz türden bir kardeşti kendisi.
“Yalnız siz biraz fazla olmuyor musunuz? Yazık değil mi ona da? Hem sen nasıl bir kardeşsin, insan abisine nasıl kıyar?” dediğimde Balın tüm tüylerimi diken diken edecek cinsten bir kahkaha attı ve ardından:
“İntikam soğuk yenen bir yemektir yengecim ve ben çok pis kin tutarım.” demeyi de ihmal etmedi. Bu kızı kızdırmamam gerektiğini bir kenara not etmeliydim acilen. Çünkü onunla ilgili çıkarımlarım kendisine yapılan hiçbir şeyi asla unutmadığı ve vakti geldiğinde misli ile ödettiği yönündeydi.
“Onu bunu bırakın da ben çok fena acıktım. Hadi gidip doğru düzgün bir şeyler yiyelim. Ne de olsa ders bitti, burada durup ne yapacağız?” diyen Yağız’a döndüm bu sefer de. Cidden konuyu değiştirmede üstüne yoktu. Tabii işime geldiği için ben de ona uydum.
“Bizim kafeye gidelim o zaman. Annemler oradadır. Sizinkiler de gelecekti bugün kafeye.” dediğimde ikisi de itirazsız kabul etti. Eşyalarımızı toplayıp çıktık. Yol boyunca ben sessiz kalırken onlar plan yapmışlardı. Emin olduğum tek bir şey vardı, o da Yalaz’ı çok fena süründüreceklerdi. Bu konuda onlara birkaç kez itiraz edecek oldum ama her seferinde ikisini sert tepkilerine maruz kalarak susturuldum. Bu konuda bana hiçbir şekilde söz hakkı tanınmamıştı.
“Hey, daha ne kadar orada öyle oturmayı düşünüyorsun? İnsene artık.” diyen Balın ile irkildim. Etrafıma baktığımda çoktan geldiğimizi gördüm. Son zamanlarda çok fazla dalıyordum ve pek çok önemli detayı da bu yüzden kaçırıyordum. Hem bedenen hem de ruhen çok yorulmuştum artık. Bazen kendime diyordum ki çık o adamın karşısına neden yaptın diye sor. Tüm bunları neden yaptığını sor ona. Ancak buna bir türlü cesaret edemiyordum işte orası ayrı.
“Daha oturacak mısın?” diye soran Yağız ile sessizce arabadan indim. Benim için endişelendiğinin farkındaydım, ancak ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ben bile kendim için endişelenirken onu nasıl teselli edebilirdim ki? Birlikte kafeye girdiğimizde Elif teyze ve Bahar teyzenin burada olduğunu gördüm. Sanırım diğerleri gitmişti.
“Rana abla biz çok açız.” diyen Yağız bir yandan da kolunun altına sıkıştırdığı benimle uğraşıyordu. Balın ise çoktan annesinin yanına kurulmuştu.
“Gelin bakalım ben sizi bir güzel doyurayım o zaman.” diyen annem Ali abiye seslenip bizimkilerin oturduğu masaya bir masa daha yanaştırmasını söyledi. Annem:
“Benim pamuk kızımın günü nasıl geçmiş bakalım.” derken gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bunu genelde bir sorun olduğunu düşündüğünde yapardı.
“İyiydi annelerin en güzeli. Sadece Yalaz ile aramız biraz bozuk o yüzden böyle moralsizim ama geçer merak etme.” dedim. Bu sırada masa hazırlanmıştı. Biz de geçip oturduk. Annem ise sorgulayan bakışlarını üzerimden çekmemişti. Bu olayı kurcalayacağı belli olmuştu.
“Ne yaptı beni o su katılmamış bir kütük olan oğlum.” diye soran Elif teyze de olaya dâhil olunca ne diyeceğimi bilemedim.
“Ay anne sen de. Sanki oğlunu tanımıyorsun? Her zamanki düşüncesiz, anlayışsız, bencil, dediğim dedik, ruhsuz, yontulmamış odun işte. Empati yoksunu olması da cabası.” diyen Balın gerçekten de kardeşten çok bir düşman gibiydi. Bir insan neden sürekli abisinin arkasından iş çevirir ve onun kuyusunu kazmaya çalışırdı, işte bunu bir türlü anlayamıyordum.
“Abartıyorsun bence Balın. Yalaz hiç de öyle bir insan değil.” dedim ister istemez. Kendimi tutamamıştım. Onu annemin yanında bu şekilde kötülemesi hiç te hoş değildi. Ayrıca Yalaz o kadar kötü bir insan değildi. Bu saydıkları sadece arada bir olan şeylerdi.
“Aman, sevgilisine de toz kondurmazmış. Neyse siz bunu boş verin de, annecim biz senin o kütük oğlunu biraz yontacağız. Bunun için öncelikle Yağız’ın bir süre Rana teyzelerde kalması gerekiyor. Sizin için sorun olur mu Rana teyzecim?” diyen Balın anneme itiraz etmemesi için adeta gözleri ile yalvarıyordu.
“Tabi ki sorun olmaz. Ne de olsa o da benim bir evladım sayılır. Sonuçta kızımın abisi değil mi?” derken annem resmen Balın’ın ekmeğine yağ sürüyordu.
“Harika! O zaman planı anlatıyorum…” diye konuşmaya başlayan Balın uzun bir konuşmanın içine girmişti. Herkes pür dikkat onu dinlerken ben konunun dışında kalıp yemeğime odaklanmıştım. Bu konuda yalnız da değildim, Yağız da onları dinlemek yerine önündeki yemeğe gömülmüştü. Sonuçta tüm o planı birlikte yapmışlardı ve her ayrıntısını biliyordu. Ona baktığımı hissetmiş olmalı ki başını kaldırıp bana göz kırptı. Ben de ona gülümsedim. Bu sırada telefonumdan gelen mesaj sesi ile dikkatimi ondan çektim. O da yemeğine geri dönmüştü zaten. Gelen mesajı açtığımda yine aynı kişiden olduğunu gördüm. Ancak bu sefer içeriği farklıydı.
“Güzel bir aile tablosu değil mi? Yalanlar üzerine kurulu olması ne büyük bir acı. Çevrendeki insanlara bu kadar çok güvenme. Kaçtığın ve ölümüne korktuğun o geçmişin çok yakınında. Geçmişinin insanları çok yakınında. Çok sevdiğin annen onları senin hayatının bir parçası yapmaya hazırlanıyor.” yazıyordu bu sefer mesajda. Mesajı okumamla usulca yerimden kalkıp kafenin terasına çıktım. Ardından bakışlarımı içerdeki manzaraya çevirdim. Annem, benim güzel annem bana bunu yapmazdı, yapamazdı. O zaman her şey biterdi. Ben biterdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
عاطفيةÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...