25. Bölüm

504 27 5
                                    

Yalaz ortaya büyük bir bomba bırakıp gitmişti ve bu benim yüreğimin orta yerinde patlamıştı. Sadece patlamakla kalmamış adeta deprem etkisi yaratmıştı. En büyük korkum gerçeklerin ortaya çıkması iken gerçeğe adım adım yaklaşan bu adam bana aşkını haykırmıştı. Benim her şeyimi gören bu adam ellerimdeki kanı da görür diye korkuyordum. Onun aşkını kabul edemezdim. Tabi bir de Balın ve Yağız vardı. Yalaz mücadele etmekten çekinmeyeceğini açık bir şekilde göstermişti. Bu da bana onların ikimizin arasında kalacağını gösteriyordu. Beni ailelerinin içine almışlardı ama böyle bir sonucu hiç birimiz tahmin etmemiştik. Ben hep Yalaz'ı kutlamazdık kendimden uzak tutmaya çalışmıştım ama artık bunun mümkün olmadığını açık ve net bir şekilde anlamıştım. Sevgiye aç olan yanım Baran'dan umutsuzca sevgi beklerken beni karşılıksız ve hiçbir beklentisi olamadan seven Yalaz'ın aşkını kabul edemiyordum. Onun aşkı beni korkutuyordu. Yalaz benim ruhumun derinlerini görüyordu ve bunu benim tüm engellemelerime rağmen başarıyordu. Eğer ona izin verirsem kalbimi dinler ve ben de ona yönümü dönersem olacaklardan korkuyordum. Ben ki elini kana bulamış bir insandım. Onun sevgisini hak etmiyordum.

"Aşkım ben gerçekten bilmiyordum." diyen Balın ile bir anda irkildim. Hala giden Yalaz'ın ardından bakıyordum. Bakışlarımı yavaşça ona çevirdim. Tedirgindi ve vereceğim tepkiden korktuğu belliydi. Aslına ben de korkuyordum. Ondan çektiğim bakışlarımı bu sefer de Yağız'a çevirdim. Onun gözlerinde şaşkınlığın yanında daha belirgin bir duygu daha vardı: öfke! Neden öfkeliydi bilmiyorum. Sanırım abilik rolüne kendini kaptırdığı içindi. Bakışları hala Yalaz'ın kaybolduğu noktadaydı. Bu sefer ben de bakışlarımı o noktaya çevirdim ve ardından derin bir nefes alıp:

"Bunu bugün konuşmayalım lütfen. Yarın sakin kafayla konuşuruz, şu an kafamı dağıtmam gerek." dedim. Kafamı dağıtmalıydım. Bedenimde oluşan küçük sarsıntılar  gelmekte olan bir krizin habercisi idi ve ben bu denli kalabalık bir ortamda kriz geçirmeye kesinlikle hazır değildim. Bakışlarını bana çeviren Yağız bir terslik olduğunu anlamış olmalı ki hemen yerinden kalktı ve elimden tutup beni de kaldırdı.

"Senin kafanı dağıtmanın yolunu biliyorum." diyerek beni yönlendirdi. Bir yandan da Balın'a dönüp: "Gizli yerimiz ve abur cubur." dedi. Ben anlamayarak ona bakarken Balın çoktan eve doğru koşmaya başlamıştı bile. Yağız ise beni kolunun altına alıp arka bahçeye doğru yönlendirdi. Arka bahçeye girdiğimiz zaman beni çok büyük bir ağaç karşıladı. Asıl şaşırtıcı olan ise o ağacın üzerinde bulunan ağaç eviydi. Olduğum yerde öylece kalmış o evi izliyordum. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordum.

"Hadi evimize gidelim de biraz kafa dağıtalım." diyerek beni ağacın altına getirdi. Yukarıya çıkmak için bir şeyler aradı gözlerim ama yoktu. Yağız ilerdeki duvarın dibine gidip bir merdiven getirdiğinde ben hala şaşkınca bir ona bir de ağaç eve bakıyordum. Yağız merdiveni yerleştirip:

"Hadi çık bakalım." dediğinde sonunda hareket etmeyi akıl edebilmiştim. Yavaşça yaklaştım ve merdiveni tuttum. İlk adımı attığım zaman:

"Dikkatli ol sakın düşme. Ben merdiveni tutuyorum korkmana gerek yok." diyen Yağız'ı başımla onayladım. Yavaşça tırmanıp ağaç evin balkonuna çıktım. Balkonda hiçbir şey yoktu. Evin kapısını açmaya çalıştığım zaman ise kilitli olduğunu gördüm. Yanımdan uzanan bir el görmemle irkildim.

"Korkma benim. Sen ne zamandan beri bu kadar ürkek bir insan oldun?" diyen Yağız ile derin bir nefes alıp omuz silktim. Onunla bu konuda konuşmak gibi bir düşüncem yoktu. Onun yerine:

"Bu kapı neden kilitli? Bir insan neden ağaç eve kilit yapar ki?" diye sordum merakla. Cidden ama kim bir ağaç eve böyle bir kilit yapardı ki. Benim bildiğim ağaç evlerin kapısı bile olmazdı. Bu ağaç evin pencerelerinde cam vardı.

"Burası balın ve benim özel yerimiz. Bizden başka hiç kimse buraya gelemez. Arada bir burada dağıtırız hatta geceleri burada kaldığımız bile olur." dedi. Dağıtmaktan kastı ne anlamamıştım ama kötü bir şey olduğunu düşünmüyordum. Yağız kapıyı açtıktan sonra içeri geçmem için bana yol verdi. İçeri girdiğimde ise beni resmen cennetten bir köşe karşılamıştı. Yerlere serpiştirilmiş minderler ve yastıklar, duvara monte edilmiş  televizyon,  kitaplarla dolu bir kitaplık, ortada bulunan yere yakın bir sehpa, etrafa serpiştirilmiş saksılarda renk renk çiçekler ve daha nice küçük ayrıntıyla çok güzeldi burası. Âdeta büyülenmiştim. Ben içeriyi incelerken Yağız da duvara yaslanmış yüzündeki tebessümle beni izliyordu.

"Bu gece burada uyuyabilir miyiz?" diye sordum yüzüme şirin olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirerek. Burayı gerçekten de çok beğenmiştim ve evde kalmam demek Yalaz ile karşılaşmam demekti ki ben henüz bu karşılaşmaya hiç hazır değildim. Ne kadar geç olursa benim için de o kadar iyi olurdu. En azından ne yapacağıma tam olarak karar vermiş olurdum.

"Sen istiyorsan neden olmasın ancak sebebi Yalaz abim ise endişelenme onun bu gece eve geleceğini sanmıyorum." dedi. Anlamıştı neden istediğimi. Tek neden bu değildi ama en güçlü neden oydu. Tam ona cevap vereceğim sırada aşağıdan Balın'ın sesi duyuldu.

"Kalkıp bana yardıma gelin, bunları tek başıma çıkaramam yukarı." diyen canım arkadaşım ile bu konuşmadan kurtulmuş oldum. Yağız ona yardıma giderken ben de olduğum yere oturmuş olanları düşünüyordum. Ben onun beni sevmesi için hiçbir şey yapmamıştım. Hatta onu kendimden uzak tutmak için elimden geleni yapmıştım ama o yine de bana aşık olmuştu. Hatta ben onu tanımadan  önce,  daha beni ilk gördüğü anda bana vurulduğunu söylemişti. Ben de Baran ile ikinci karşılaşmamızda ona çekilmemiş miydim? Gizemli ve sert oluşu, çevresine karşı kurduğu otoriter tavır beni etkilemişti. Bu yüzden onun yanında kendimi güvende hissetmiş ve bu da ona çekilmeme neden olmuştu. Aşk kontrol edemeyeceğin bir şeydi. Ne kimi seveceğini seçebilirdin ne de seni sevecek kişiyi. Aklı ve mantığı duyguların karşısında göğe çıkarırken bir tek istisna yapardı insanlar. O da aşk! Aşkın olduğu yerde akla ve mantığa yer yoktu. Aşk kalp işiydi. Aşk ansızın girerdi hayatına, önce sevdirir sonra da öldürürdü. Bile bile acı çekmekti aşk. Onun için  acıyı bile gülümseyerek kucaklamaktı. Güldürdüğü kadar hatta daha fazla anlatırdı aşk. Aşk yanmaktı, bile bile kül olmaktı. Onun bir gülüşüne, bir bakışına muhtaç olmaktı. Aşk diri diri toprağa gömülmekti ve buna güle oynaya razı gelmekti. Aşk yok olmaktı. Peki aşk bu denli korkunç ve bu denli ağır iken insan neden ateşe koşan bir pervane gibi aşka koşardı? Acıyı bu denli çok mu severdi insanoğlu? Sanırım öyleydik, acıyı seviyorduk.

"Ne düşünüyorsun öyle kara kara." diye soran Balın ile düşünce denizinden çıkıp gerçekliğe döndüm. Ne ara gelmişlerdi acaba? O kadar mı dalmıştım beni yakan o düşüncelere? Başımı iki yana sallayıp içimi kor gibi yakan o düşüncelerden kurtulmaya çalıştım.

"Hiçbir şey,  sadece dalmışım. Siz ne yaptınız?" diye sordum. Sehpanın üzerini işaret ettiğinde oraya baktım. Sehpada gördüklerimle gözlerim sonuna kadar açıldı. Bir sehpadakilere bir de Balın'a baktım.

"Şaka yapıyorsun değil mi? Bu kadar kısa sürede bu kadar şeyi nerden buldun?" diye sorduğumda Balın yanıma oturup:

"Üzümünü ye bağını sorma." dedi ancak dışarıdan duyduğum ses üzümün bağını göstermiş oldu. Hep birlikte yedik içtik ve eğlendik. Sonunda yorulmuştum.

"Yağız bugün bir abinin şefkatine ve güvenli kollarına ihtiyacım var. Acaba bugünlük bana abilik yapar mısın?" diye sorduğum zaman çok şaşırsada kollarını  açıp:

"Gel bakalım abinin kucağına." diyerek beni kollarının arasına aldı. O usul usul saçlarımı okşarken kendimi uykunun kollarına bırakmadan önce Rabbime artık güzel günlerin gelmesi, huzurumun bozulmaması ve en kötü günlerimin böyle olması için dua ettim. Ancak bugünlerin aslında en iyi günlerim olacağından ve üzerimizde dolaşan kara bulutlardan habersiz.

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin