Her insan günahsız doğar ve zamanla günaha bulanırmış. Bizler ne kadar günahla yıkanmış olsak da kucağımdaki bu bebek tüm günahlardan uzaktı. Bebekler cennet kokarmış, bu yüzden bulduğum her fırsatta Yalaz’ı kokluyordum. İki kardeşimi de çok seviyordum ama Yalaz’ın bendeki yeri ayrıydı. O sevdiğim ve kaybettiğim adamın adını taşıyordu. Yalaz da sanki adının hakkını vermek ister gibi bana çok düşkündü. Normalde oldukça huysuz olan çocuk benim kucağıma geldiği zaman bir meleğe dönüyordu.
“Yine bulmuş seni. Bu çocuk adının hakkını veriyor gerçekten. Ne bu abla aşkı anlamadım gitti.” diyen abim kucağında Hazar ile yanıma gelmişti. Annem hastanede bir gece kaldıktan sonra taburcu olmuştu. Geçen iki haftada ise çocuklarla evde olduğumuz zamanların çoğunda abim ve ben ilgileniyorduk.
“Hazar’ın sana olan aşkına ben bir şey diyor muyum? Ayrıca annem nerede?” diye sordum Hazar’ı yanaklarından öpmeden önce.
“Annem şu anda uyuyor. Bu haylazlar onu gece uyutmamışlar anlaşılan. Ayrıca sevgili kardeşim Hazar da sana bayılıyor ama Yalaz senin kucağına geldiği anda her şeyi unutuyor.” dedi. Onun bu sözü ile ister istemez kıkırdadım. Evet, küçük Yalaz ablasına âşık bir çocuk olacaktı.
“Ne kaynatıyorsunuz bakalım burada? Çocuklar yine size kalmış?” diyen babam kapı pervazına yaslanmış bizi izliyordu.
“Annem yorgunluktan uyuya kaldı. Biz de çocuklara bakıyorduk. Yalnız baba ben bu Yalaz’dan şikâyetçiyim. Ablasını gördüğü anda her şeyi unutuyor. Bizi geçtim annemi bile görmüyor gözleri.” Diyen abim ile babam kahkahasını serbest bıraktı.
“Eee, oğlum adının hakkını veriyor işte çocuk. Ayrıca annen bu durumdan hiç şikâyetçi değil, aksine bu durumdan oldukça memnun.” dedi ve ardından gelip önce ufaklıkları öptü sonra da benim alnıma bir öpücük kondurdu. Sonra da abimin omzunu sıvazladı. Her zaman küçük çocuklardan ayırmayıp onlara gösterdiği sevgiyi şefkati bize de gösteriyordu. O gerçekten harika bir babaydı. Biraz daha sohbet ettikten sonra babam çalışma odasına geçti. Kucağımda uyuyakalan Yalaz’ı yatırmak için annemlerin yatak odasına geçtim. Onu yavaşça beşiğine yatırıp alnına bir öpücük kondurdum. Biraz onu izledikten sonra odama geçip hazırlandım. Yine sevdiğimi ziyaret zamanıydı.
Evden kimseye görünmeden çıkmıştım çünkü biliyordum ki eğer birine yakalanırsam kırk tane soru soracak hatta belki de peşime takılacaklardı. Ben ise bu özel anlarda sevdiğimle yalnız olmak istiyordum. Taksiden inip sahilin ıssız kesimine her zamanki yerime geldiğimde yine gözlerim dolmuştu. Onu özlüyordum, hem de tüm kalbimle ama bunu başkalarının yanında dillendirmeye cesaret edemiyordum. Derin bir nefes alıp ayakkabılarımı çıkardım ardından da ayaklarımı suya girdirdim. Kış geliyordu artık, havalar iyice soğumuştu ama benim kalbim kor gibi yanıyordu. Ayaklarımı okşayan dalgalar bana Yalaz’ın dokunuşlarını hatırlatıyordu. Onun gibi yumuşak ve narindi ama onun aksine soğuktu. Gelirken aldığım gülü usulca suya bıraktım yine.
“Seni özledim. Gülüşünü, bakışını, beni kollarınla sarışını, seninle ilgili her şeyi özledim. İnanabiliyor musun kızdığın zaman ya da bir şeyden memnun olmadığın zaman çatılan kaşlarını bile özledim. En çok ta varlığını özledim. Her şey yolundaymış gibi davranmaktan yoruldum artık.” dedim usulca akan gözyaşlarım eşliğinde. Karşımdaki denize anlatıyordum derdimi ama konuştuğum kişi Yalaz’dan başkası değildi. Her gün yaptığım konuşmaların benzeriydi bu sözler ama ben tekrar tekrar aynı şeyleri söylemekten bıkmıyordu. Ona olan özlemim o kadar derindi ki ne yaparsam yapayım bir türlü hafiflemiyordu. Bu acı öyle büyüktü ki tarifi yoktu. En önemlisi ise onun artık olmadığını bir türlü kabul edemiyordum. Bunun en önemli sebeplerinden birisi cesedinin bulunamamış olmasıydı. Onun öldüğünü söyleyen itirafçı dışında ellerinde hiçbir kanıt yoktu ve bu nedenle onun öldüğünü bir türlü kabullenemiyordum.
“Biraz daha o suyun içinde kalırsan çok fena üşüteceksin.” diyen sesle arkama döndüm. Baran kollarını göğsünde bağlamış öylece beni izliyordu. Denize o kadar dalmıştım ki onun geldiğini duymamıştım bile.“Ne zamandan beri ordasın sen? Ayrıca beni nasıl buldun?” diye sordum sert bir ses tonuyla. Onunla artık eski ilişkimiz kalmamıştı. Yalaz öldükten sonra o çok değişmiş ve oldukça anlayışsız biri olmuştu.
“Geldiğin ilk andan beri ve uzun zamandır her gün. Aslında buna daha ne kadar devam edeceğini merak ediyordum ama görünüşe bakılırsa müdahale etmezsek ömrünün sonuna kadar. Haksız mıyım?” diye sorarken bana doğru yürümeye başladı. Ben de artık burada huzur bulamayacağımı anlayıp sudan çıktım ve ayakkabılarımı geri giydim.
“Neden vazgeçmiyorsun artık Baran? Buna daha ne kadar devam etmeyi düşünüyorsun? Anla artık benim kalbim de ruhumda Yalaz’da kaldı.” dedim ve yanından geçip yola doğru yürümeye başladım. Artık kendime yeni bir yer bulmalıydım. Burada bana ondan huzur yoktu.
“Asıl sen anla Aslım, Yalaz öldü. O asla geri gelmeyecek. Daha ne kadar bir ölünün ardından gözyaşı dökeceksin? Daha ne kadar herkesi mutluyum pozları ile kandıracaksın? Söylesene daha ne kadar söylediğin yalanlarla kendini kandıracaksın? O yok, öldü. Bunu kabullen ve yoluna bak artık. Çevrendekileri gör artık seni bekleyenleri gör.” dedi öfkeyle karışık bir sesle. Her bir kelimesi adeta zehir olup akmıştı yüreğime. Kalbimde yine bir acı hissettim ama olmazdı, bu sefer yıkılamazdım, hele de onun karşısında asla. Arkamı dönüp gözlerimi gözlerine çevirdim.
“Kimi görmeliyim Baran? Yoksa seni mi? Bencil olan, başkalarının acılarını da üzüntülerini de asla önemsemeyen, sadece kendisini düşünen seni mi? Aklından bile geçirme. Benim kalbim artık sana kör ve sağır. Sadece sana değil tüm herkese. Belki bir gün bu acı bir nebze olsun hafifler ve ben yeniden yaşamaya başlarım ama o gün bile bu gözler seni görmeyecek. Şimdi git ve bir daha sakın karşıma çıkma. Sana sırf dayımın hatırına katlanıyorum ama benim de bir sabrım var bilesin.” dedikten sonra arkamı döndüm ve hızla yanından uzaklaştım. Gelen ilk taksiye bindikten sonra evin adresini verip Devran’ın numarasını çevirdim. Bakışlarımı camdan dışarı çevirmiş akıp giden yolu izlerken onun açmasını bekliyordum. Kapanmak üzereyken açılan telefonda devran konuşmadan ben söze atladım.
“Neredesin? Seninle Baran hakkında konuşmalıyız.” dedim. Denin bir iç çekme sesi geldi telefonun diğer ucundan.
“Sizdeyim, ikizleri görmek için gelmiştim. Yine ne yaptı?” diye sordu bıkkın bir ses tonuyla. O da bıkmıştı artık Baran’dan.
“Yoldayım, geliyorum. Geldiğim zaman konuşuruz.” dedikten sonra telefonu kapattım. Baran artık ikimizi de usandırmıştı. Bu yaptığı babamla abimin kulağına giderse olacaklar beni korkutuyordu o yüzden sessiz kalıyordum ama benim de bir sınırım vardı. Eve geldiğimde dayımlar buradaydı. Küçük Yalaz annemin kucağında ağlıyordu ve hapsi onu susturmak için türlü hareketler yapıyorlardı.
“Neden ağlıyor benim küçük yakışıklım.” dediğimde anında sustu ve bakışları ile beni aramaya başladı. Onun bu hali yüzümdeki gülümsemeyi büyüttü. Onu kucağıma aldığımda annem rahat bir nefes aldı.
“Deseydiniz Aslımın sesi yetiyor, arar konuştururdum.” diyen dayım ile bizimkilerin gözleri kocaman oldu. Ah, evet bunu denemişlerdi ama sonuç tam bir felaketti.
“Hiç tavsiye etmem abi. Biz denedik ve boyumuzun ölçüsünü aldık. Sesi yetmiyor. İlk başta susup onu arıyor ama bulamayınca daha çok ağlıyor ve o olmayınca hiç susmuyor bu sefer de.” diyen annemle dayımların gözleri kocaman oldu. Yalaz’ı kucağıma alıp odaya çıktığımda Devran da peşimden geldi. Yalaz’ı yatırırken ona olan biteni anlattım.
“Artık bu çocukla baş edemiyoruz Aslım. İyice zıvanadan çıktı. Bırakalım öğrensinler de alsın boyunun ölçüsünü.” diyen Devran ile iç çektim. O da haklıydı, sürekli sorun çıkaran abisiyle uğraşmaktan bıkmıştı. Başımı çevirdiğimde kapıda bizi dinleyen yengemle öylece kalakaldım.
“Ne zamandan beri sana bu şekilde davranıyor?” diye soran yengemle ne cevap vereceğimi şaşırdım. Devran benim yerime annesinin tüm sorularını cevapladığında yengemin tek cevabı:
“Bu işi bana bırakın, Baran bir daha seni rahatsız edemeyecek.” oldu. Ona güvenmekten başka çarem yoktu. Bu işin ailemin kulağına gitmesini istemiyordum. Yeterince sorunları ve acıları vardı zaten bir de bu yüzden üzülsünler istemiyordum. Devran ve yengem odadan çıktığında kucağımdaki Yalaz’a sarılıp yatağa uzandım. Onun kokusunu içime çekerken sanki sevdiğim adamın kokusunu soluyormuş gibi hissediyordum. Bu huzur bulduğum kokuyla kucağımda uyuya kalan minik adamımın kokusuyla huzuru soludum ve usulca kapanan gözkapaklarıma uyup uykunun kollarına bıraktım kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
RomantizmÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...