26. Bölüm

487 28 1
                                    

O gece ki dertleşme ve kafa dağıtma seansımız geç saatlere kadar devam etmişti ve ben en sonunda Yağız'ın kollarında uykuya dalmıştım. Sabah ise zar zor uyanmıştık. Tabi bunda Elif teyzenin çabasını yabana atmamak gerekir. Sabah kahkahalar eşliğinde yapılan kahvaltıda bir eksik vardı o da Yalaz. Yağız'ın da dediği gibi gece eve gelmemişti. Diğerleri onun yokluğunu sorgularken gerçeği bilen biz sessiz kalmıştık. Yemek boyunca diğerleri eğlenmiş biz ise susmuştuk. O günden sonra Yalaz ortadan kaybolmuş ve bir süre sonra ailesine kafa dinlemek için uzaklaştığını haber vermişti. Günler bir birini kovalarken ben Yalaz'ın itirafı ve Baran ile yaşadıklarım arasında kalmıştım. Baran bana kardeşinden bir farkım olmadığını söylerken ciddi olmadığını açıkça ortaya koymuştu ve ben o günün sonunda ağır bir sinir krizi geçirerek yine hastanelik olmuştum. Arkadaşlarıyla birlikteyken karşılaşmıştık ve kız arkadaşlarından biri benim ona olan ilgimi fark edip benimle alay etmiş ve o da sadece izlemişti. Tabi bu olayın sonunda annem hastalığımın yeniden gün yüzüne çıktığını öğrenmişti. Bu da onun için çok zor olmuştu haliyle. Şimdi ise Hasan babanın mekanına gelmiştim. Normalde hep Arda ile geldiğim bu yere bu sefer yalnız başıma gelmiştim. Her zaman oturduğumuz yer boştu ama ben oraya oturmak yerine herkesten uzak bir masaya oturdum. Kimse bana dokunmasın istiyordum. Düşünmeye ve kafamı toplamaya ihtiyacım vardı.

"Yalnız gelmişsin bugün hayırdır kızım?" diyen Hasan baba ile başımı kaldırdım. Karşıma geçip oturmuştu çoktan ve ben onu fark etmemiştim.

"Aklım ile kalbim arasında kaldım be Hasan baba." diye cevap verdim. Hasan baba büyükbabamın arkadaşıydı ve onu en az büyük babam kadar çok severdim. Ama en önemlisi o benim en büyük sırdaşımdı. Herkesten sakladığım gerçeği bir o biliyordu.

"Seni bu hale getiren ne peki kızım?" diye sorduğunda ona ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Neyin ne olduğunu ben bile bilmezken ona nasıl açıklayabilirdim.

"Kaybolmuş gibiyim. Neyin ne olduğunu bilmiyorum. Bir el var ve boğazımı öyle bir sıkıyor ki nefes alamıyorum ve boğuluyorum. Bu öyle bir şey ki anlatamam. İki adam var. Birisi yanında kendimi güvende hissettiğim ama bana kardeşinden farksız olduğumu söyleyen ve beni yok sayan, diğeri ise varlığıyla beni, kalbimi tedirgin eden ama varlığımda huzur bulduğunu söyleyen. Ben ne yapmam ya da nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Kalbimin ritmi, aklım yolunu şaştı." dedim. Bunları ona anlatmamın sebebi bana bir şekilde yol göstermesini ve bana bu işin içinden çıkmamda yardım etmesini istememdi. Çünkü o her zaman bana yol gösterirdi. En derin yaralarımı gösterdiğim yegane insandı. Ben ona kuru bir baba demezdim. O benim için baba kavramının karşılığıydı. Her zaman beni dinler ve yeri geldiği zaman koruyup kollardı.

"Peki o adam seni neden tedirgin ediyor kızım?" diye sorduğunda yine sözlerimin içinden en önemli noktayı cımbızla çekip almıştı. Sahi o beni neden tedirgin ediyordu? Neydi beni bu denli korkutan? Ruhumu görüyormuş gibi bakan gözleri mi yoksa en derin sırlarımı, yaralarımı bir bir keşfedişi mi? Aslında gözleri sadece ruhumu görmüyordu,  farklı bakıyordu bana. Anlamını bilmediğim ve bir türlü çözemediğim kadar farklı.

"Bilmiyorum. Herkesten kolayca sakladığım şeyleri ondan saklayamıyorum. Ben yalan söylediğim zaman bunu hemen anlıyor. Ancak bana inanmış gibi yapıyor. Yaralarımı görüyor ama onları kapatmaktan çekiniyor fakat görüyor olması bile canımı acıtıyor. Herkesin karşısında yıkılmaz dimdik bir kız olan ben onun karşısında kendimi kendimi savunmasız küçük bir çocuk gibi hissediyorum." diye cevapladım onu. Tabi cevap bunların hangisiydi ya da cevap bunlardan biri miydi bilmiyorum.

"Peki ya varlığıyla sana güven ve huzur veren adam? O sana neden huzur veriyor?" diye sorduğunda derin bir iç çekerek Baran'ı düşündüm. İlk kez evimize geldiklerinde görmüştüm ama o zaman onun farkına bile varmamıştım. Sonra okuluma gelmişlerdi ve o gün hissettirmişti bana o güven duygusunu.

"Baran dayımın oğlu. İlk gördüğümde farkına bile varmamıştım ama sonraki karşılaşmamızda benimle konuşma şekli,  bana karşı olan tavırları güven veriyordu. Sanki beni hep koruyacakmış gibi hissettiriyordu." diye karşılık verdim. Hoş bu konuda yanıldığımı acı bir şekilde tecrübe etmiştim ya neyse. Hasan baba bir süre karşıya baktı ve sonra bakışlarını bana çevirdi.

"Sen sevilmekten korkuyorsun kızım. Bu Baran denen çocuğun yanında bulduğun güven ve huzurun sebebi geçmişin. Onun yanındayken geçmişinin sana dokunamayacağını düşünüyorsun. Tabi bu da sana huzur veriyor. Ancak diğer adam farkında olmadan geçmişinin kapılarını aralıyor ve bu seni tedirgin ediyor. Ancak seni asıl korkutan ona karşı hissettiklerin değil mi? Kalbini dinlemekten korkuyorsun bu yüzden ondan kaçıyorsun." dediğinde söylediklerinin doğruluğu ile ürperdim. Ben Baran'ın ailesinden biriydim ve o bir koruyucu edası ile girmişti hayatıma. Yalaz ise tesadüfler silsilesi ile dahil olmuştu hayatıma. Daha ben ne olduğunu anlamadan hayatımın saklı parçalarını farketmiş ve o da yetmezmiş gibi en değerli hazinesini bana vermişti yani kalbini. Beni kalbinin tahtına oturtan adam bunu hiç çekinmeden haykırmıştı yüzüme karşı. Ben çok korkaktım. Beni sadece kardeşi olarak gören bir adamı sevmeye çalışacak kadar korkak ve bana olan aşkını cesurca haykıran adamı kalbimin tüm isyanlarına rağmen sevmeyi reddedecek kadar korkaktım.

"Ben kayboldum,  bu sefer gerçekten kayboldum." dediğimde artık gözyaşlarım özgürlüğe doğru firar etmişti. Bir hüzün denizine doğru yelken açmış gidiyordum. Ne yönüm belliydi ne de yolum. Pusulasını kaybetmiş yorgun bir denizciyim şimdi. Elimden tutacak birine ihtiyacım vardı. Artık cesur görünmekten bıkmıştım. Güçlüymüş gibi davranmaktan yorulmuştum. Ben hayatın kendisinden yorulmuştum.

"Kaybolmanın sebebi yine sensin kızım. Geçmişinle yüzleşmeden yolunu bulamayacaksın. Önce geçmişinle ve geçmişindeki insanlarla yüzleşmen gerek. Ondan sonra yolunu bulman daha kolay olacaktır. Şunu da sakın unutma. O adamın ölümü senin suçun değildi. Sen sadece kendini korumaya çalıştın. Sen o gün o şekilde hareket etmeseydin ölen o değil sen olacaktın. O gün ikinizden biri ölecek diğeri yaşayacaktı. O öldü sen hayatta kaldın. Hepsi bu, ne bir eksik ne de bir fazla." dediğinde başımı iki yana salladım. Yapamazdım. Ne onlarla yüzleşebilirdim ne de birini öldürdüğüm gerçeğini yok sayabilirdim. Geçmişimle yüzleşemezdim çünkü bu yüzkeşme hepimizin sonu olurdu. Bu yüzleşme geçmişin tozlu sayfalarına gömdüğüm o lanet günün de gün yüzüne çıkmasına neden olurdu.

Yerimden yavaşça kalktım ve Hasan babadan uzaklaştım. Yüzümü göğe çevirdim. Şimdi âdeta boğuluyordum. Geçmiş dipsiz bir kuyu gibiydi, içine düşenin bir daha asla çıkamadığı. Başlangıcı belli olan ama sonu olmayan. Yavaş yavaş boğardı seni sen farkına bile varmadan. Geçmiş bir zehirdi seni yavaş yavaş öldüren. Yine derin bir nefes çektim ciğerlerinme, yetmeyeceğini bile bile. Yetmiyordu, bu aralar aldığım nefes bana yetmiyordu. Ancak bu sefer nefes almamla ensemde bir soluk hissetmem bir oldu. Bu da neredeyse kendi nefesimde boğulmama neden olacaktı. Arkamdaki kişinin kollarını belime dolaması ile çığlık atmaya hazırlanırken onun sesini duydum. O ses tonunda pek çok duygu saklanmıştı.

"Seni çok özledim be ufaklık. Öyle çok özledim ki boğuluyorum sandım, öldüm." dediğinde ben onun bu sözlerinde boğuldum.

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin