23. Bölüm

490 31 2
                                    

Heyecan! Şu an hissettiğim heyecan bana çok yabancıydı. Biz doğum günlerini hiç böyle kutlamazdık. Bu kadar kalabalık olmazdık mesela. Böyle hazırlıklar yapmazdık hiç. Böyle sürprizler de yapmazdık.  Bizim kutlamalarımız hep sade olurdu. Çünkü biz küçük bir aileydik. Hep dışarıya kapanık, insanlara uzaktık.

Çalan kapı zili beni düşüncelerimden sıyırıp aldı. Kapının zili adeta kapı ardında önemli biri olduğunu müjdeler gibi ısrarla çalıyordu. Birkaç çalışın ardından sustu. Heyecandan nefesimi tutmuştum. Önce ellerimi saran büyük elleri ardından kulaklarımın dibinde ki soluğu hissettim. Hemen ardın da beni rahatlatan kelimeler geldi.

"Sakin ol ve nefes al. Bir sorun yok." diyen Yalaz ile derin bir nefes aldım. Haklıydı,  bir sorun yoktu. Bu sadece sürpriz bir doğum günü partisiyidi. Sadece daha önce böyle bir partiye katılmamıştım hepsi bu. Bir süre sonra bahçede Balın'ın kızgın sesi duyuldu. Önce bahçe kapısı açıldı hemen ardından da perdeler. Görüş açımıza önce Yağız girdi ve hemen ardından da Balın göründü. Balın'ın içeri girmesiyle ışıklar birden açıldı ve hep bir ağızdan:

"İyi ki doğdun Balın iyi ki doğdun. Nice mutlu yıllara." diye bağırdık. Balın ise şaşkınca bize bakıyordu, çok şaşırmıştı. Bu sırada İpek abla elinde pastayla geldi. Yalaz kardeşinin yanına gelip:

"Hadi bakalım doğum günü çocuğu bir dilek tut ve mumları üfle." dedi. Balın abisinin dediğini yapıp pastanın önüne geçti. Tam üfleyeceği sırada sanki önemli bir şeyi unutmuş gibi birden doğruldu. Bakışlarını herkesin üzerinde gezdirdikten sonra yanıma geldi ve kollarımdan tutup pastanın yanına getirdi.

"Sen de üfleyeceksin yoksa üflemem." dedi. O an öylece baka kaldım. Bu onun doğum günüydü. Bu pasta onundu ve mumlar onun üflemesi içindi ama o benden bu özel anına ortak olmamı istiyordu. Hayatının en özel anlarından birine  hemde. Oysa ben böyle şeyleri hiç bilmezdim. Balın bana hayatımın en güzel hediyelerinden birini vermek istiyordu farkında olmadan. Benden habersiz dolan gözümden bir damla firar etti özgürlüğe doğru. Bu damla yürek yangınına bir nebze serinlik saldı.

"Hey! Neden ağlıyorsun? Ağla diye söylemedim,  özür dilerim. Eğer istemiyorsan zorlamam." diye telaşla konuşan Balın'a öyle bir sarıldım ki kelimelerle anlatılmaz. Sıkıca, yüreğime katar gibi. Yaradana bu güzel dost benden hiç gitmesin, onu hiç kaybetmeyeyim diye dua ettim içimin en derinlerinden.

"Sadece beni çok mutlu ettin. Bugün senin doğum günün ama en güzel hediyeyi ben aldım." dedim yüzümde kocaman bir gülümseme ile. Bir yandan da gözümden süzülen firari damlayı siliyordum. Benim gözlerimin dolması ile telaşlanan diğerleri de rahat bir nefes aldı. Bu duygusal anımızı bozan tabi ki de tüm duygusal anların katili olmaya yeminli olan Yağız'dan başkası değildi.

"O üflerse ben de üflerim. Ben dış kapının dış mandalı mıyım sorması ayıp?" diye sitem ederken bir çocuktan farksız duruyordu. Onun bu haline hepimiz kahkaha ile gülmeye başladık. Kıskanmış değildi biliyordum, sadece benim için yapmıştı bunu. Benim insanların bana sorular sormasından hoşlanmadığımı biliyordu. Bu yüzden de benim için şövalyeliğe soyunmuştu kendince.

"Sen eksik kalma zaten canım. Hadi üfleyin artık yoksa mumlar eriyip bitecek." diyen Agah amca ile Balın bir yanına beni bir yanına da Yağız'ı aldı. Üçe kadar saydık ve ardından mumları üfledik. Herkes bizi alkışlarken nen bana sunduğu bu şans için Rabbime sonsuz şükürlerimi sunuyordum. Beni sadece arkadaş olarak kabul etmeyip ailelerinin içine alan bu iki güzel insan benim en büyük şansımdı. Kendi yalnız ve karanlık dünyamda boğulurken onlar bir anda karşıma çıkmış ve adeta dünyamı aydınlatmışlardı ben farkında olmadan. Sadece dünyamı aydınlatmakla kalmamış, hayata dair kaçırdıgım ne varsa hepsini bir bir göstermişlerdi. Ne kadar çok şey kaçırmıştım farkında olmadan. En güzel yaşımdaydım oysa ki ben. Gülüp eğlenmeli ve pervasızca yaşamalıyım ama onun yerine korkuyla ve acı çekerek yaşamıştım. Bir başıma taşıyabileceğimden daha fazlasını almıştım omuzlarıma. Farkına varmamıştım ama bu yük beni yavaş yavaş tüketiyordu. Umudumu, huzurumu, mutluluğumu,  yaşama sevincini, en önemlisi de yaşama isteğimi yavaş yavaş kaybediyordum. Şimdi ardıma dönüp baktığımda fark ediyorum da hayatı ne kadar da boş yaşamıştım ben böyle. Keşkelerle doldurmuştum hayatımı. Ama bundan sonra hakkını vererek yaşayacaktım hayatımı. Korkmadan, çekinmeden, dolu dizgin.

Verilen hediyeler yenen pastanın ardından biz gençler bahçeye çıkarak gruplar halinde oturmuştuk. Balın ve Yağız beni aralarına alarak bir köşeye çekiştirirken Balın diğerlerini bizi rahatsız etmemesi konusunda açık açık tehdit etmişti. Tehdit unsuru olarak da çenesini kullanmıştı. Tabii onun çenesinden bıkmış olan bu güzide insanlar hemen bizden olabildiğince uzak bir köşeye kaçmışlardı. Yerimize oturdugumuz anda Balın birden koluma yapıştı ve:

"Dökül bakalım." dedi. Ne demek istediğini anlamadığım için bir açıklama umarak Yağız'a baktım.

"Bugün her zamanki halinden  farklısın. Durgunsun ve gözlerinin içine yerleşmiş bir hüzün var. Gözlerinde hep bir hüzün vardı ama bu farklı. O yüzden dökül ve derdini paylaş bizimle. Sen de rahatla biz de rahatlayalım." diyerek durumu açıklayan Yağız ile derin bir nefes aldım. Beni ne ara bu kadar iyi tanımaya başlamışlardı? Bir yanım onlara tüm her şeyi anlatıp kurtulmamı söylerken bir yanım sus, bu sadece senin yükün, başkalarına yükleyemezsin diyordu. Eski ben olsaydım eğer onlara size ne benim derdinden derdim ama ben artık o eski yalnız, her şeyi kendi içine atan kız olmak istemiyordum. Hayat dokunmuştu bana ve ben artık ben gerçekten yaşamak istiyordum. Bana gözlerinde ışıltı ile bakan Balın ve duyacaklarından memnun olmayacığının farkında olan bir Yağız vardı karşımda. Onlar benim için bu kadar çabalarken bunu onlardan saklamak onları aldatmak olmaz mıydı? Olurdu değil mi? Ayrıca artık geçmişimin bu ağır yükünü tek başıma taşıyamıyordum. Yavaş yavaş boğuluyordum. Derin bir nefes aldım ve ikisinin de yüzüne baktım teker teker.

"Beni hakkımda ne biliyorsunuz, yani ailem hakkında?" diye sordum. İkisi de önce birbirlerine sonra da bana baktılar. İkisi de bir süre sessiz kaldı fakat sonra Balın:

"Annen babana on üç yaşına yeni girdiğinde babana kuma olarak verildi. Babanı hiç tanımıyorsun çünkü sen doğmadan önce anneni evden gönderdi. Daha sonra anneni bir emniyet amiri evlat edindi ve senin annenle kalmanı sağladı. Akrabalarınızdan sadece Mirza dayınlarla konuşuyorsunuz. Yanlış var mı?" dedi. Vardı, yanlışlar çoktu. Aslında benim hayatımın tamamı yanlıştı.

"Evet var. Söylediğinin bir kısmı yanlış. Annem resmiyette uzun süre benim ablamdı ve Mirza dayımlarla görüşmeye yeni başladık. Aslında onlarla gerçek anlamda bu sabah bir aile olduk. Ancak onların gelişi benim iyileşmeye yüz tutmuş bir hastalığımı tekrar gün yüzüne çıkardı?" diye cevapladım sorusunu. Bunu itiraf etmek benim için çok zordu. Annem bile sakladığım bu gerçeği bilmiyordu. Bunu bilmelilerdi çünkü ne zaman kriz geçireceğim ve kendime zarar vereceğim belli değildi. Bu ikisi hep yanımdaydı ve benim o hakime hazırlıklı olmalılardı. Gerçek beni bilmelilerdi.

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin