Gitmek kaçmaktır ve kaçmak korkaklıktır derler ama aslında yanılırlar. Gitmek kalmaktan daha çok cesaret ister. Her şeyini ardında bırakıp gitmek, anılarını, dostlarını, aileni… İstanbul’u ardımızda bırakırken abim ve ben bilinmeyene doğru yola çıkıyorduk. Amacımız tüm acılarımızı ve geçmişimizi geride bırakıp kendimize yeni bir hayat kurmaktı. Sadece o ve ben vardık bu yeni hayatımızda. Yalansız bir hayat. Belki pişman olacaktık, belki geride bıraktıklarımızı özleyecektik ama kanayan yaralarımızı sarmak için ve daha da önemlisi gerçekten abi kardeş olabilmek için gitmek zorundaydık. Devran aracılığıyla ailelerimize birer veda mektubu bırakmıştık. Gitme kararımıza saygı duyan Devran abiliğini göstermiş ve bize sonuna kadar destek olacağını söylemişti. Her şey bir haftada ayarlanmış ve sonunda biz yeni hayatımıza doğru yola çıkmıştık. Bu bir hafta içinde hiç kimse fark etmese de abimle aramızdaki sorunların çoğunu halletmiştik.
“Yolumuz uzun, istersen biraz uyu, mola vereceğimiz zaman ben seni uyandırırım.” diyen abim ile camdan başımı ona çevirdim. O yola odaklanmıştı ama bir gözünün de bende olduğunun farkındaydım. Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Şuan da uyumak istemiyordum ve uyuyabilecek huzura da sahip değildim.
“Sen nasıl istersen ama uykun geldiği anda çekinme ve uyu tamam mı?” dediğinde bu sefer de onu başımla onayladım. O yola odaklanırken ben de yönümü camdan dışarıya doğru çevirdim. Akıp giden yol bizi yeni hayatımıza doğru götürüyordu. İkimiz de okullarımızı dondurmuştuk ve Yağız gideceğimiz yerde kendine bir iş bulmuş ve kalacak yerimizi ayarlamıştı. Ben de çalışmak istiyorum dediğimde buna kesin bir dille karşı çıkmıştı. Bana kendisinin bakacağını ve benim sadece iyileşmeye odaklanmam gerektiğini de eklemeyi ihmal etmemişti. Bu konuda çok hevesliydi, bu yüzden sesimi çıkarmıyor ve kabul etmiş gibi görünüyordum, tabi şimdilik.
Yolu yarıladığımızda bir dinlenme tesisinde durup yemek yedik ve biraz dinlendik. Daha doğrusu Yağız sürekli direksiyon salladığı için onun dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bir saatlik bir yolculuğun ardından bir Ege kasabası olan Küçükkuyu Kasabası Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinde yer alıyordu. Abimin bir arkadaşı buralıydı ve ondan aileden kimsenin haberi yoktu. Devran bizim abimin bir arkadaşının yanına gittiğimizi biliyordu ve bu da bize avantaj sağlıyordu. Kalacağımız yer onların kiralık dairesiydi ve abim onların pansiyonunda çalışacaktı. Yeni bir yer ve yeni başlangıçlar bizi bekliyordu. Geçmişe sünger çekip yeni bir hayata başlıyorduk artık. Yolun geri kalanında her ne kadar istemesem de uyuya kalmıştım.
Gözlerimi yüzüme vuran güneş ışığıyla açtığımda beyaz bir tavanla karşılaştım. Ne ara uyuduğumu ve ne zaman geldiğimizi anlamamıştım. Sanırım abim beni buraya taşımıştı. Yattığım yerden doğrulup yataktan çıktım. Tavan beyazdı ama duvarlar açık mavinin çok hoş ve canlı bir tonuna sahipti ve mobilyalar da açık mavi ve krem rengiydi. Odada çift kişilik açık mavi örtülere sahip bir yatak, krem rengi bir giysi dolabı, yine krem rengi bir şifonyer ve açık mavi bir makyaj masası vardı. Biraz odayı inceledikten sonra odadan çıktım ve evi dolaşmaya başladım. Evin iki odası küçük bir mutfağı ve yine küçük bir salonu vardı. Mutfakta ve salonda yine krem rengi ve açık mavi tonları hakimdi. Salondaki tek farklı renk duvara monte edilmiş televizyondu. Yemek masası bile mavi ve beyaz karışımıydı. Ancak diğer oda siyah ve krem rengine sahipti. Tabi siyah ağırlıklıydı. Ayrıca çok hoş bir de balkonu vardı ve ben bu balkonu gerçekten çok sevmiştim. Balkonda beyaz bir masa ve yine mavi renkte hasır koltuklar vardı ama en çok balkonun kenarlarında yer alan çiçekleri sevmiştim. Rengarenk çiçeklerle süslenmişti balkon. Evi iyice dolaştığım da evde yalnız olduğumu anlamış oldum. Abim nereye gitmiş olabilirdi ki. Dolabı açtığımda dolu olduğunu gördüm. Ya ben uyurken abim doldurmuştu ya da biz gelmeden önce alışveriş yapılmıştı. Dolabın kapağını kapatıp telefonumu aramaya koyuldum. En azından mesaj atıp abime nerede olduğunu sorabilirdim. Salona baktım ama bulamadım, ardından da uyandığım odaya geçtim. Telefon başucumda yer alan komodinin üstündeydi. Onu alıp abimin numarasına nerde olduğunu soran bir mesaj attım ancak geçen yirmi dakikada bana bir cevap vermedi. Sanırım mesajımı görmemişti. Salonda oturmuş abimin gelmesini beklerken telefonumla uğraşıyordum. Oldukça acıkmıştım ama tek başıma da yemek istemiyordum bu yüzden abimin gelmesini beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Yine yalnız kalmıştım anlaşılan. Koltukta uzanıp başımı tavana çevirdim. Bir süre de böyle durunca beklemekten sıkılıp aramaya karar verdim. Numarasını tuşlayıp açmasını bekledim. Çaldı, çaldı ve tam kapanacakken telefon açıldı.
“Hemen geliyorum güzelim. Dolapta malzeme var ben gelene kadar bize kahvaltı hazırlar mısın, hiçbir şey yemedim.” dedi soluk soluğa kalmış bir sesle. Ona cevap veremeyeceğim için telefonu kapatıp tamam diye mesaj attım. Nereye gitmişti ve neden nefes nefeseydi bilmiyorum ama geldiğinde kesinlikle öğrenecektim. Yerimden kalkıp mutfağa geçtim ve dolapları karıştırdım. İstediğim ve ihtiyaç duyabileceğim her şey vardı burada. Malzemeleri çıkarıp kahvaltıyı hazırlamaya koyuldum. Hemen ocağa çay koyup yarım saatte hazır olacak bir poğaça yaptım ve onu fırına koyup patates soydum ve onu kızarttım. Ardından kahvaltılıkları çıkarıp balkondaki masaya dizdim ve bardakları koydum. Hava çok güzeldi ve ben bu güzel havayı içerde heba edemezdim. Fırından çıkan poğaçaları da masaya koydum. Şimdi harika bir sofra hazırdı, tek yapmam gereken abimin gelmesini beklemekti. Telefonumu alıp onu tekrar arayacaktım ki kapı sesi duyuldu ve ardından abimin gülüşüne karışan yabancı bir ses. Mutfak kapısına geldiğimde abimle karşı karşıya kaldım ve tabi yanında bulunan yaşıtımız bir adam ve kırklarında bir kadınla.
“Güzelim bunlar benim arkadaşım Erdem ve annesi Asya teyze, bu güzeller güzeli de benim kardeşim Aslım.” diyen abim beni kolunun altına almıştı hemen.
“Tanıştığımıza memnun oldum kızım, sana da zahmet verdik ama bu hayta tutturdu illa gelin sizi kardeşimle tanıştırayım diye.” diye dert yanan Asya teyzeye sadece gülümsemekle yetindim. Erdem ise sadece başıyla selam vermekle yetinmişti.
“Eee benim hamaratlığı ile övünen kardeşim bize ne hazırladın bakalım?” diyen abime gözlerimi devirip arkasını döndürdüm. Onu iyice benimsemiş ve gerçekten kabullenmiştim. Abim bir açık olan balkon kapısından gözüken masaya bir de bana baktı.
“Artık kardeşinle dalga geçmezsin umarım Yağız oğlum yoksa hep böyle laflarını yutmak zorunda kalacaksın.” diyen Asya teyze ile hepimiz gülmüştük.
“Valla teyzem bu durum kardeşimi her zaman güldürecekse eğer ben her zaman laflarımı yutmaya hazırım.” dedi ve ardından yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. Onları sözlü olarak masaya davet edemeyeceğim için abimi balkona doğru çekiştirdim ve herkes ne demek istediğimi anladığı için peşimizden balkona geçtiler. Herkes yerine oturunca bende çayı getirip doldurdum.
“Maşallah elin hızlı olduğu kadar yaptıkların da çok lezzetli kızım. Nereden öğrendin böyle yemek yapmayı?” diyen Asya teyzeye nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Deftere yazsam nasıl karşılardı bu durumu acaba.
“Aslım’ın annesinin bir kafesi var teyze ve bu küçük cadı küçükken oranın mutfağından çıkmazmış. Çok güzel yemek yapar ama iş ona yemek yaptırabilmekte.” diyen abim beni cevap vermekten kurtarmış ama aynı zamanda beni hem övüp hem de yermişti. Bu durum hoşum gitmediği ve onu sözlü olarak ikaz edemeyeceğim için koluna bir tane geçirdim.
“Tamam, tamam kızma hemen. Hem ben kötü bir şey söylemedim ki, sadece gerçekleri söyledim. Ah bir şeyi unuttum değil mi ne kadar çok yemek yediğin kısmını atladım. Bunun yediğiyle bir ordu doyar ama bunda bir tık yok. Yiyor yiyor ama yedikleri nereye gidiyor anlamadım.” diyerek beni daha çok kızdırmaya çalışıyordu. Ben de en iyi yaptığım şeyi yapıp kolunun yumuşak etini tutup sıktım. Evet, çok pis çimdiklerdim ve çok acıtırdım. Kolunu elimden kurtarmaya çalışırken de bir yandan da bir daha yapmayacağına ve dersini aldığına dair yeminler sıralıyordu. Sonunda kolunu bıraktığımda çimdiklediğim yerin morardığını gördüm ve bu da üzülmeme sebep oldu. Yüzümün asıldığını gören abim:
“Acımadı merak etme sadece uzun süre sıktığın için morardı.” dedi ama ben acıdığını biliyordum. Sadece ben üzülmeyeyim diye bana yalan söylüyordu. O gerçekten harika bir abiydi. Bunu uzatarak onu üzmek istemediğim için inanmış gibi davranmayı seçtim. Kahvaltıdan sonra Asya teyze ve Erdem gittiler biz de masayı toplayıp salona geçtik. Koltuğa oturduğumuzda abim beni kollarının arasına aldı ve:
“Bugün yeni hayatımızın başlangıcı kardeşim. Bundan sonra her şey çok güzel olacak ve ben her ne olursa olsun yanında olup seni koruyacağım. Seni asla bırakmayacağım.” dedi fısıltı şeklindeki sesiyle. Bu sözlerinde çok ciddi olduğunu biliyordum ve o zaten hayatıma girdiği günden beri benim yanımda olmuş ve hep beni korumuştu. Her ne olursa olsun benden vazgeçmemişti. Annemin bile öğrendiğinde beni terk edebileceği gerçek karşısında bile bana sırtını dönmemiş aksine hiçbir suçu olmadığı halde kendisini suçlamıştı. O gerçekten de harika bir abiydi ve ben de bugünden sonra ona iyi bir kardeş olmak için çalışacaktım. Ona sözlü olarak cevap veremeyeceğim için kollarının arasına iyice yerleşip başımı göğsüne yasladım. Bu benim cevabımdı ve o ne demek istediğimi anlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
RomanceÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...