Korku öyle bir duygudur ki tüm duyguların üstündedir. İnsanın mantıklı düşünmesini engeller. İnsan gözünün önündeki gerçeği göremez. Korku bir virüs gibi ele geçirir beynini insanın. Hele de kaybetme korkusu! Vahşi bir canavara döndürür insanı. Saldırganlaşır, gözü sadece korumak istediklerini görür. Diğerlerini görmez, hatta korumak istediklerini bile duymaz. Sadece tehdit olarak gördüğü kişilere odaklanır. Düşünmeden hareket eder. Kırar geçer sevdiklerini bile.
“Ne değişti?” diye sordum ama aklımda daha pek çok soru vardı. ‘Neden bunca zaman zaman sonra hiç bir şey olmamış gibi karşımıza çıktınız? Neden şimdi geldiniz? Bizden ne istiyorsunuz?’ Ama ben sadece ‘Ne değişti?’ diye sordum. Korkuyla sorduğum bir soruydu bu soru. Yüreğimin çığlığıydı aslında. Neden gelmişlerdi şimdi, onca zaman sonra neden gelmişlerdi. Bu huzurlu hayatımızı mahkemeye mi? İzin vermezdim. Veremezdim. Annem şaşkındı, aslında herkes şaşkındı. Benden böyle bir tepki beklemedikleri açıktı. Cevap dayımdan geldi.
“Aslında hiçbir şey değişmedi. Her şey hâlâ aynı. Sadece ben kaybettiğim kardeşimi buldum.” dediğinde sözleri beni rahatlatmamıştı. Aksine korkularımı daha da arttırmıştı. Buna izin veremezdim. Öylece hayatımıza girmelerine, hayatımızı mahvetmelerine izin veremezdim.
“Kardeşinizi buldunuz öylemi. Peki bunca zaman neredeydiniz? Yada o daha on iki yaşında gelin olurken neredeydiniz. Karnında bebeğiyle sokağa atıldığında nedeydiniz. On iki yaşında bir çocuğu hamile bırakıp sonrada benim artık erkek oğlum var diyerek sokağa attıklarında neden sahip çıkmadınız?” diye haykırdım onların unuttuğu ama benim hiçbir zaman unutmadığım bu acı gerçeği.
Annem sessizce dinliyordu. Gözleri dolmuştu, dik duruşu benden dolayıydı biliyorum. O benim karşımda asla yıkılmazdı. O hep güçlü görünürdü ki ben de güçlü olayım. Ancak biliyordum ki yaşadığı acıları benden duymak ona zor gelmişti. Dayım ise sadece bana odaklanmıştı. Şaşkın ve öfkeli görünüyordu ancak beni buna inandıramazdı.
“Ne demek istiyorsun. Nasıl yani benim kardeşim, benim saçının teline bile kıyamadığım kardeşim on iki yaşında evlendi ve hamile olduğu hâlde sokağa atıldı öyle mi? Rana tüm bunlar ne demek oluyor?” dediğinde sesi de şaşkınlıktan öfkeye geçiş yapıyordu. Öfkeyle ellerini saçlarına geçirdi ve saçlarını çekiştirdi. Diğerleri de en az onun kadar şaşkın ve öfkeli görünüyorlardı. Ancak beni kandıramazlardı.
Belki ilerde bu sözlerinden pişman olacaktım ama o an tek düşündüğüm bu insanların bir an evvel evimizden ve hayatımızdan gitmeleri gerektiğiydi. Korkum gözlerimi öyle bir kör etmişti ki gözümün önündeki gerçeği göremiyordum.
“Bu hiçbir şeyden haberi olmayan abi tavırlarını başkasına sakla çünkü beni bunlara inandıramazsın. Şimdi hemen ailenle birlikte evimizden ve hayatımızdan defolup gidin. Annemi size yedirmek ben.” Dediğimde annem daha fazla dayanamadı ve müdahale etti.
“Aslım sözlerine dikkat et. O senin dayın ve gerçekten onun bir şeyden haberi yoktu.” dediğinde ona inanamayarak baktım. Gerçekten buna inanıyor olamazdı.
“Nasıl bu kadar saf olabiliyorsun anne. Gerçekten inandın mı yoksa bu söylediklerine.” dedim ve dayım olacak adama döndüm. “Annemi kandırmış olabilirsin ama beni asla kandıramazsınız.” dedim. Konuşmamız sırasında çocuklarının müdahale demesine izin vermemişti ama biri daha fazla dayanamamış olacak ki üzerime yürüdü ve;
“Bana bak sen çok oldun artık.” dedi ancak babası onu durdurdu. Dayım önce anneme sonra kendi ailesine baktı. Derin bir nefes aldı ve;
“Biz daha sonra gelsek daha iyi olur. Sanırım öğrenmem gereken şeyler var. Seninle daha sonra uzun uzun konuşuruz kardeşim.” dedi. Daha sonra ailesi ile birlikte evden ayrıldı. Annem bana kızgın ve bir o kadar da kırgın bir şekilde baktı ve hiç bir şey söylemeden odasına gitti. Açelya da başını onaylamaz şekilde baktı ve o da odasına çıktı. Şimdi koca salonda bir başıma kalmıştım. Balkona çıkıp oturdum ve başımı gökyüzüne çevirdim. Annemi kırmıştım farkındaydım ama başka çarem yoktu. Onu korumak zorundaydım. Ona zarar vermelerine, onu incitmelerine izin veremezdim. Kendisi farkında değildi belki ama ben onların bir anda öylece karşımıza tesadüf olduğuna da o adamın annemi önemsediğine de inanmıyordum. Hayatımıza girmeye çalışmalarının bir sebebi olmalıydı. Bir çıkarları olmalıydı. Ben o adamın hiçbir şeyden haberinin olmadığına da inanmıyordum. Bir insan nasıl olurda çocuk yaşta evlendirilen kardeşinden haberdar olmazdı. Birde kaybettiğim kardeşimi buldum demiyor mu? Sanki onu kendi elleriyle sokağa atmamışlar gibi. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaları bu insanların ne kadar iki yüzlü ve acımasız olduklarını gösteriyor ama beni asla kandıramazlar. Onları hayatımıza asla kabul etmem.
Bu ve benzeri düşünceler beynimi kemirirken ezan sesiyle kendime geldim. Sabah ezanı okunuyordu. Bu da tüm gece burada oturduğum anlamına geliyordu. Her zaman saat onda yatmam için tepeme dikilen annemin bugün tüm gece dışarıda oturmama izin vermişti. Yerimden kalktığımda tüm kaslarının ağrıdığını hissettim. Yavaşça salona girdiğimde ışığın hâlâ yandığını gördüm. Işığı kapatıp yukarı çıktım. Önce annemi kontrol etmek için odasına baktım. Açelya ile birbirlerine sarılıp uyumuşlardı. O an boğazıma bir yumru oturdu. Yutkunamadım bile. Annemle ve Açelya ile aramı bozdukları için o insanlardan bir kez daha nefret ettim. Bir süre sessizce onları izledim. Daha sonra usulca kapıyı kapatıp kendi odama geçtim. Bir süte etrafa boş boş baktıktan sonra eşyalarımı hazırlayıp banyoya girdim. Banyodan çıkıp hazırlandığımda etraf aydınlanmıştı. Sessizce evden çıktım. Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra deri bir nefes aldım ve kendime;
“Geçecek! Tüm bunlar geçecek. Sorun yok. Her şey yoluna girecek. Tüm bunlar kötü bir anı olarak kalacak.” dedim. Bu söylediklerime kendim bile inanmıyordum ama başka çarem yoktu. İnanmalıydım. İnanmak zorundaydım ki tüm bunlarla baş edebileyim. Kapının önünde daha fazla oyalanmamam gerektiğinin farkına vararak yürümeye başladım. Amaçsızca yürüyordum, nereye gittiğimi bilmeden. Sabahın erken saati olduğu için sokaklarda çok fazla insan yoktu. Tek tük insanlarla karşılaşıyordum ama onlar da aceleyle bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Uzunca bir süre amaçsızca dolandıktan sonra artık okula gitme vaktimin geldiğini fark ettim. Biraz daha yürüyüp duraklarda beklemeye başladım. Fakülteye giden otobüs çabuk geldi ama tıklım tıklım doluydu. Bir saatlik işkence gibi bir otobüs yolculuğunun ardından nihayet fakülte durağına gelmiştik. Zar zor otobüsten inip fakülteye doğru yürümeye başladım. Aklım karma karışıktı. Tüm bunlarla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum ve bilinmezlik beni her daim çok korkuturdu. Amfiye girdiğimde arka sıralardan birine geçip oturdum ama bu sefer duvar kenarına değil de orta kısımdaki sıranın arka tarafına oturdum. Amfi yavaş yavaş doluyordu. Ben ise hiçbir şeye odaklanamıyordum. Uykusuzdum, açtım ve yorgundum. Başımın ağrısı ise cabasıydı. Başımı sıraya koyup gözlerimi kapattım. Hoca gelene kadar gözlerimi dinlendirsem fena olmazdı. Ancak iki yanımdaki hareketlilik le bunun pek mümkün olmadığını anlamış oldum. Başımı kaldırdığımda dünkü ikilinin yanımda olduğunu gördüm. Cidden mi? Ne yani dünkü yaşananlardan sonra hâlâ mı benimle arkadaş olmak istiyorlardı. Onlara aldırmadan başımı tekrar sırama koydum. Ama ne mümkün. Birileri sanki kolumu oymak istermiş gibi dürtüyordu. Başımı kaldırıp tam bağıracağım sırada bir el ağzımı kapattı. Yağız ağzımı kapatıyordu. İnanamayarak ona baktım.
“Hoca geldi, sakın bağırma.” dedi ve elini ağzımdan çekti. Sınıfa döndüğümde hocanın gerçekten gelmiş olduğunu gördüm. Masasında bir şeylerle uğraşıyordu. Hemen çantamdan defterimi ve kalemimi çıkarıp hazırladım. Yağız homurdanmaya başladı.
“Ne yani bir teşekkür bile etmeyecek misin? Bu kızda nezaketin ‘n’si bile yok arkadaş. Ne biçim bir insan bu.” diyordu. Balın ise eliyle ağzını kapatmış gülüyordu. Onları umursamadan hocaya odaklandım. Hoca bu sefer farklıydı ama ders aynıydı. Tıp Bilimine Giriş. Tıp ile ilgili daha doğrusu doktorlar ile ilgili pek çok şeyden bahsetti. Tüm günüm derslerle ve not almakla geçti. Uykusuzluk, açlık bir de üstüne yorgunluk eklenince son derslere doğru artık bende takat kalmamıştı. Yağız ve Balın kısa sorular ya da uyarılar dışında benimle hiç konuşmamışlardı. Sonunda ders bittiğinde eşyalarımı toparladım. Balın bu sefer ben söylemeden kalkmıştı. İkisi bir ardımdan;
“İyi akşamlar. Yarın görüşürüz.” dediler ama onlara aldırmadım. Biran önce eve gitmek ve dinlenmek istiyordum. Hepsinden önemlisi biraz huzur istiyordum. Fakülteden çıktığım anda karşımda gördüğüm üçlü ile huzurun uzunca bir süre benim hayatıma uğramayacağını anlamış oldum.
![](https://img.wattpad.com/cover/139003119-288-k648879.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
RomanceÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...