Huzur yanımızda, yanı başımızdadır. Bazen bir yudum kahvede, bazen bir kitap sayfasında, bazen bir kuş cıvıltısında, bazen önümüzdeki manzarada, bazen gün doğumunda yâda gün batımındadır. Çoğu zamansa yanımızda, yanı başımızda olan insanların varlığındadır. Huzur bize çok uzak bir o kadar da yakındır. Huzuru bir tebessümde bulur ve tek bir sözle kaybederiz. En çok aranan ama değeri asla bilinmeyen nadir şeylerdendir huzur.
Yalaz ile yaptığımız o güzel kahvaltının ardından salona geçip oturmuştuk. Tabi bu süre zarfında o beni kollarına alıp hiç bırakmamıştı. Adeta ayrı geçen bir haftanın acısını çıkarır gibiydi. O uyuya kaldığında bir süre onu izlemiş ve sonrasında yatmaktan sıkılmış ve kalmıştım. Kendime bir kahve yapıp dışarı çıkmıştım. Verandada oturmamız için yapılan ve minderlerle döşenmiş küçük bir alan vardı. Oraya yöneldim ve kendimi minderlerin üzerine bıraktım. Ayaklarımı uzatırken iki elimle de kahve kupamı tutuyordum. Verandaya oturmuş elimde kahve fincanı hem orman manzarasını izleyip hem de kuş cıvıltılarını dinlemek gerçekten oldukça rahatlatıyordu. Kahvemden bir yudum aldım ve gözlerimi kapattım. Doğanın sesi ve sıcak kahvenin kokusu... Huzur dolu şu saatlerin tadını çıkarmak kalıyordu bana da. Usul usul kahvemi içerken bir yandan da temiz havanın tadını çıkarıyordum. Doğa şarkı söylüyordu sanki ya da aşı fısıldıyordu kulaklarıma. Kuş sesleri sarmıştı etrafımı ve şarkılarıyla beni bambaşka diyarlara götürüyorlardı sanki.
Biten kahvemle derin bir iç çektim ve ardından kupamı yanımda bulunan küçük sehpaya bıraktım. Tekrar kahve yapmak istiyordum ama bu manzarayı da bir türlü bırakamıyordum. Tekrar bir iç çekip kahveden vaz geçtim. Manzara daha güzel ve özel gelmişti. Uzunca bir süre insanın içine işleyen doğanın ahenkli sesini ve ağaçların rüzgârla dans edişini izledim. Bir süre sonra yanımda oluşan hareketlilik ve burnuma dolan koku ile Yalaz'ın geldiğini anladım. Ben hiç yerimden kımıldamazken o gelip arkama oturdu ve beni kollarıyla sardı. Hemen ardından da boynumun açıkta kalan yerine bir öpücük kondurdu.
"Neden yanımdan kalktın ve burada ne işin var?" diye sordu. Uyku mahmuru olduğu için sesi boğuk çıkmıştı. Arkamı dönüp yüzüne bakmak istiyordum ama başını omzuma yaslamış ve beni de kolları ile sıkı sıkı sarmıştı.
"Uyuyamadım. O yüzden kendime bir kahve yapıp emiz havada kahve keyfi yapayım dedim. Ne o yoksa gittim mi sandın?" diye sordum dalga geçerek. O ise cevap vermek yerine daha sıkı sarıldı ve saçlarını başımın arasına gömdü. Ardından da sanki buna her şeyden çok muhtaçmış gibi derin derin soludu ve kokumla doldurdu ciğerlerini.
"Evet gittin sandım. Uyandım ve seni yanımda bulamadım. Evin içinde de bulamayınca gittin, beni terk ettin sandım ve çok korktum." dedi. Sözleri beni çok şaşırtmıştı ama asıl şaşırma sebebim bu sözler değil boynumda hissettiğim ıslaklıktı. İlk başta idrak edemedim ama sonrasında ise resmen dumura uğradım.
"Bu aralar fazla sulu göz oldun sen sanki. İyi misin, bir sorun mu var?" diye sorarken bile sesim titremişti. Onu ağlarken göreceğimi hiç düşünmezdim ama bir gün içinde iki kez ağladığına şahit oluyordum.
"Gözüme sensizlik kaçtı be güzelim ve canımı çok acıttı." derken sesi hüzün doluydu. Hüzün mutluluğumuzun arasına sızmış ve kendine orada bir yer edinmeyi başarmıştı. Bizim her şeyimiz yarımdı, bir hüznümüz tamdı.
Usulca ona dönüp elimi yüzüne yasladım. Avuç içimi öpüp yüzünü tekrar yanağıma yasladı, ardından da gözlerini kapattı. Ben ise onu izlemeye koyuldum. Kalın kaşlarını, bir kadını kıskandıracak gürlükteki kirpiklerini, usta bir heykeltıraşın ellerinden çıkmış gibi duran kusursuz ve keskin yüz hatlarını... Bakışı, duruşu çok sert olsa da yumuşacık bir kalbi vardı. Bu adam çok güzel seviyordu ve güzel sevilmeyi de sonuna kadar hak ediyordu. Yerimden biraz yükselip çenesine bir buse kondurduğumda gözlerini açtı. Şimdi ise yüzünde büyük bir tebessüm vardı.
"Hüzün sana yakışmıyor be adam. Ben bu seni hiç sevemedim. Ben senin gülen yüzüne, kızınca çatılan kaşlarına alışkınım. Üzgün bir yalaz bana çok yabancı." dedim. Bunu söylerken elim hala yüzündeydi.
"Benim hüznüm sensizlikten be güzelim. Sen olmayınca ben gülmeyi unuttum. Sensizlikte ben hepten çekilmez bir adam oldum." dedi. O bunları söyleyince aklıma Balın'ın söyledikleri geldi ve ben kendime engel olamadan dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı.
"Söylediklerimi komik mi buluyorsun?" diye sordu. Yüzüne an be an şaşkınlık ve kırgınlık yerleşmeye başlamıştı.
"Komik bulduğum senin söylediklerin değil Balın'ın söyledikleri. Bir ara biz mi abimi cezalandırıyoruz yoksa o mu bizi belli değil, saten huysuzdu şimdi hepten çekilmez oldu demişti de ona gülüyorum." dediğimde Yalaz yine yüreğimi hoplatan bir kahkaha koy verdi.
"Hak ettiler ama." dedi. Doğrusu bu konuda ona katılıyordum, gerçekten hak etmişlerdi. Konuşmak yerine Yalaz'ın göğsüne iyice yerleştim ve gözlerimi kapatıp onun kalp atışlarını dinlemeye başladım. Kulağımın dibinde atan kalbinin melodisi beni huzur dolu diyarlara götürüyordu. Sevdiğim adamın kollarında onun kalp atışlarının sesi bana aşkın en güzel şarkısını fısıldarken kendimi huzur dolu bir uykuya bıraktım. Öyle tasasız, öyle dertsizdim ki bu sayede deliksiz bir uyku uyudum. Gözlerimi açtığımda yatakta Yalaz'ın kollarındaydım ve etraf kararmış ve akşam olmuştu. Verandada uyuya kalmama rağmen Yalaz beni yatağa taşımış ve kendisi de yanımda uyumuştu. Onu uyandırmamaya özen göstererek usulca yerimden kalktım. Saat geç olmuştu ama biz akşam yemeği yememiştik ve ben şimdi kurt gibi acıkmıştım. Eminim o da uyandığında acıkmış olacaktı. Bu yüzden de ikimiz için yemek hazırlamalıydım. Sessizce odadan çıkıp mutfağa geçtim. Biraz etrafı karıştırdıktan sonra hızlıca yapabileceğim tek şeyin makarna olduğunu görünce derin bir iç çektim. Yalaz'a makarna yedirmek istemiyordum ama yapacak bir şey de yoktu. Salata için ocağa su koyup salata malzemelerini çıkardım. Makarnanın yanına çoban salatası harika olurdu. Bir yandan salata malzemelerini yıkarken bir yandan da kendi kendime şarkı mırıldanıyordum. Salata bitmiş ve makarna da pişmişti. Salata sosunu da hazırlayınca makarnayı sosladım ve arkamı döndüm. Yalaz kapı pervazına yaslanmış beni izliyordu.
"Seni ben mi uyandırdım? Yani çok mu ses yaptım?" diye dediğimde başını olumsuz anlamda salladı.
"Hayır güzelim beni uyandıran sen değildin, sensizlikti. Yanımda olmadığını hissedince uyandım. İyi ki de uyandım yoksa bu manzarayı kaçıracaktım." dedi. Hemen ardından da dudaklarımdan bir öpücük çaldı.
"Çok alışma istersen. Eve döndüğümüzde bunu bir daha göremezsin, hatta bir süre beni bile göremeyebilirsin. Eminim evdekiler çıldırmıştır." dediğimde kendi kendine bir şeyler homurdandı ve derin bir iç çekti.
"Boş ver şimdi evdekileri de biz şu anımıza bakalım." dedi. Ardından da masaya oturdu. Ben de onun bu haline gülerek yemekleri koydum. Birlikte güle oynaya yemeğimizi yedik, ardından da sofrayı toplayıp salona geçtik. Geç saatlere kadar sohbet ederek birbirimiz hakkında bilmediğimiz şeyleri öğrendik, oyunlar oynadık. Sonunda uykuya yenik düştüğümüzde yine yerim onun kullarıydı. Sabah uyandığımda Yalaz benden önce uyanmıştı ve saçlarımla oynuyordu. Bir süre daha bu anın tadını çıkarmaya karar verdim ve ikimiz o şekilde kaldık. Ancak bu güzel anımız bir ses ile bölündü. Çalan kapı ile yerimde sıçrayıp Yalaz'a baktım, o da şaşkınca bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
RomanceÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...