Kusura bakmayın arkadaşlar bölüm biraz gecikti ancak hem çalışıyor olmam hem de sağlık sorunları yaşıyor olmam nedeniyle bazen bölüm yazmakta zorlanıyorum. Elimden geldiğince sizi bekletmemeye çalışıyorum.
Özlenmek ne tuhaf bir histi böyle. Özleyen sana değer katandı, sana kendini özel ve değerli hissettirendi. Eğer bir insan seni özlüyorsa bu seni kendi hayatında vazgeçemediği bir yere koyduğundandır. Şimdi arkamda duran bu adam bana özledim diyordu, ruhundaki yaralara derman olmak ister gibi. Derdime derman, ruhuma eş olmak ister gibi. Boğuluyorum sandım diyordu şimdi boğulan bana nefes olduğunu bilmeden. Ne tuhaf bir çelişkiydi bir insanın kendisi boğulurken bir başkasına nefes olması. Ne yaman ne büyük çelişki. Öldüm diyordu bana hayat olduğundan habersiz. Özlenmek ve özlemek! Her iki duyguyu da bana en derinden hissettiren kişi arkamda olan ve bana sarılan bu adamdı. Saçlarıma gömdüğü başıyla ve sanki muhtaç olduğu tek şeymiş gibi saçlarımda soluyan bu adamdı. Özlemiştim onu, hemde deliler gibi ve ben bunu daha yeni fark ediyordum. Ben bu adamı nasıl bu denli çok özlemiştim, neden özlemiştim?
"Yalaz!" diye fısıldadım. Ona söylediğim çok şey olsada sadece ismi dökülmüştü dudaklarımdan ama ben o isme söylemek istediğim ne varsa hepsini soğdırmak istemiştim.
"İnsan binlerce hayattan geçer ama birinde kaybolurmuş. Bir yarde okumuştum bunu. Aslına bakılırsa bu söz bana o zamanlar çok saçma gelmişti ta ki sende kaybolana kadar. Sen benim çıkmaz sokağım oldun. Ne başlangıcı ne de sonu olan. Ne yeri ne yönü belli olan. Sen benim kalbimin çıkmaz sokağısın." dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti. Sevilmek hem de bu kadar güzel sevilmek hayalini dahi kurmadığım bir şeydi. Oysa sırtımı dayadığım ve beni sarıp sarmalayan bu adam en güzel sevmelerin yegâne sahibiydi. Hıçkırığımı duyan Yalaz beni usulca kendine çevirdi ve gözlerimden süzülen yaşları gördüğünde kaşları anında çatıldı. Usulca gözyaşlarımı sildi, incitmekten korkar gibiydi dokunuşları.
"Ağlama. Ben senin yüzünün asılmasına gözlerinin bulutlanmasına dayanamazken ne olur ağlama, dökme o incilerini. Gözlerinden süzülen her bir yaşın yüreğime kor alevler salarken ağlama." dediğinde daha çok ağlamaya başlamıştım. Hasan Baba sayesinde bir şeyin farkına varmıştım. Ben Baran'a aşık değildim onu sadece geçmişten kurtuluş olarak görüyordum. Ben aslında şu an karşımda duran ve bana sevilmelerin en güzelini tattıran bu adama tutulmuştum ama korkaklığım yüzünden kalbimin feryadını suşturmuştum. Beni korkutan sadece beni anlaması, içimi görmesi değildi, bana hissettirdiği bu duygulardan korkmuştum. Bilinmeyen her daim korku verirdi insana, dehşete düşürürdü onu. Bilmediğim bu duygular beni korkutmuş ve haliyle ondan kaçmıştım tüm kaçışlarımın sonunun aslında ona koşmak olduğunu bilmeden. Aslında daha onu ilk gördüğüm anda gözleri, bakışı içime işlemişti.
"Özür dilerim." dedim, kelimeler benden bağımsız dökülmüştü dudaklarımdan. Kuru bir özür neyi telafi ederdi bilmiyorum. Aptallığımı mı yoksa heba ettiğim zamanları mı? Hiç sanmıyorum.
"Sen özür dileme, tüm özürler benim olsun, tüm hatalar benim olsun. Sen sadece iyi ol, mutlu ol. Ben her şeye razıyım." diyen bu adam bana çok yabancıydı. Ben şimdiye kadar sadece Yalaz'ı tanımıştım, bugün ise aşık olan Yalaz ile tanışmıştım. Bu Yalaz çok farklıydı, bambaşka idi ve kalbime, ruhuma fısıdıyordu.
"İkimizin olsa, birlikte yüklensek tüm acıları da mutlulukları da." diye itiraz ettim ona. O bu denli güzel severken ben nasıl tüm acıları ona yükleyecek kadar bencil olabilirdim. Sahi ben şimdiye kadar nasıl o kadar bencil olabilmiştim? Onu kalbim kabul etmişken mantığım nasıl yok sayabilmişti?
"Sen yeter ki iste ufaklık, her şey kabulüm. Senden gelecek olan acı da mutluluk da kabulüm. Yeterki sonunda sen ol." dedi, bunu söylerken beni tekrar kollarına almıştı. Kendimi ona buraktığım zaman bir şey fark etmiştim. Onun kolları huzurdu, yuva gibi hissettiriyordu.
"Güzelliğe ne oldu? Hani ufaklık kelimesi bana uymuyordu?" diye sordum. Bunu söylememle gülmeye başladı, söylediğim şey komik değildi aslına bakılırsa bunu bana kendisi söylemişti.
"Sen ufaklık, özünde çocuk kalmış ama bu çocuğu kimseye göstermemiş birisin. Erken büyümek zorunda kalmış ama içindeki çocuğu büyütememiş sadece onu saklamış birisin. Korunmaya, sarıp sarmalanmaya ihtiyacı olan ve en önemlisi de çok sevilmesi gereken bir kız çocuğusun." dediğinde derin bir nefes aldım. Bunu yapmasından nefret ediyordum.
"Bunu nasıl yapıyorsun? Âdeta ruhumu görüyorsun?" diye hafif sitemle sordum. Bunun cevabını cidden çok merak ediyordum. Başımı gözlerinden ayırdı ve gözleri gözlerimi buldu. Sanki ruhumu görmek ister gibi bakıyordu.
"Cevabı aslında çok basit. Seni sadece seviyorum, hem de çok seviyorum. Bu yüzden de seninle ilgili her ayrıntıyı zihnime kazıyorum. Her hareketin, her mimiğin, seni sen yapan her şey. Bu sayede seninle ilgili başkalarının göremediği her şeyi ben fark edebiliyorum. Yani benim küçük narin çiçeğim o kadar da anlaşılmaz değilsin. Sadece çok iyi saklıyorsun gerçeği. Üstün körü bakan birinin anlayamayacağı kadar iyi hemde." dediğinde gözyaşlarımla yıkanmış olan yüzümde bir gülümseme bir tebessüm oluştu. Küçük narin bir çiçek ve ben. Böyle bir benzetme ancak ona yakışırdı zaten. Yeniden kollarının arasına girip onun da dediği gibi beni sarıp sarmalamasına izin verdim.
"Hayatıma almaktan, çalışmaktan ve de en önemlisi özleyecek kadar bağlanmaktan korkarken en çok özlediğim kişisin. Ne büyük bir çelişki bu benimkisi, ne yaman ne acı çelişki böyle. En acısı ise ben bunun farkına daha yeni varıyorum. Ne büyük aptallık bu benimkisi, ne anlamsız, bir korkaklık." diyerek en büyük itirafımı fütursuzca yaptığımda bedeni âdeta taş kesilmişti. Ne olduğunu anlamadığım için usulca çıktım kollarının arasından. Bedenim ve kabin buna itiraz etse de aklım bir sorun olduğunu söylüyordu. Gözlerimi yüzüne çevirdiğimde öylece bana baktığını gördüm.
"Yalaz?" diye seslendim. Sesim soru sorar gibi çıkmasının yanı sıra âdeta tüm korkularımı ele verircesine titrek çıkmıştı. Bu hali beni çok korkutmuştu. O ise ona seslenmem ile irkildi ve âdeta bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı. Gözlerimin içine en derinine bakıyordu yine.
"Ne dedin sen az önce?" diye sorduğunda sorunun ne olduğunu anlamış oldum. Benden böyle bir itiraf beklemediği için duydukları onda şok etkisi yaratmıştı. Küçük kıkırtılar döküldü dudaklarımdan ve ardından da beklediği cevap.
"Seni özledim. Öyle ki adeta yokluğunla kayboldum." diye yanıtladım onu. Beni yine kollarının arasına aldı ve bu sefer saçlarımın üzerine incitmekten korkar gibi tüy hafifliğinde bir öpücük kondurdu.
"Biz şimdi neyiz?" diye sorduğunda ister istemez bir kahkaha koptu dudaklarımın arasından.
"O yanlış oldu yalnız, bu soruyu benim sana sormam gerekiyordu." dedim bir yandan da kıkırtılarım devam ediyordu.
"Bizim neyimiz normal oldu ki bu normal olsun be sevdiğim." dedi. Haklıydı biz normal değildik ki ilişkimiz normal olsun. Önce kırıp dönüyorduk, kaçıyorduk sonra tüm o açtığımız yaraları sarıyorduk. Daha doğrusu bunu yapan bendim. O hep bana narin bir çiçekmişim gibi davranmıştı. Derin bir nefes aldım ve:
"Sevdiğim ha, bunu sevdim işte." diye cevapladım onu. Bunu söylememle beni kendinden ayırdı. Kaşları yine çatılmıştı ama gözlerinde kızgınlık yerine muzip bir ifade vardı.
"Ben cevabımı alamadım ama hâlâ." dedi, gözlerimin içine umut ve beklenti ile bakıyordu.
"Sen ne istersen o oluruz sevdiğim. Sen karar ver hadi ne olduğumuza." dedim onu taklit ederek. Bunu söylememle gözleri âdeta ışıldamıştı. Gözlerinde gördüğüm şey öyle güzeldi ki anlatamam. O bana bakarken kendimi yeryüzünde bulunan en değerli mücevhermişim gibi hissediyordum. Yalaz önce alnıma bir buse kondurdu. Bu his öyle güzeldi ki anlatamam. Bir adam bir kadını alnından öperken ona sen benim hayatımsın, sen benim namusumsun derdi. Çünkü erkekler her kadını alnından öpmezlerdi, sadece aile olarak gördükleri kadınları alnından öperledi. Bana resmen sen benim en kıymetlimsin diyordu. Şimdi kendimi çok daha özel hissetmiştim.
"O zaman ömrüme ömür, nefesime nefessin. Sen benim her bir şeyimsin sevdiğim." diyerek ilişkimizin adını koymuş oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Gölgesinde
RomanceÇocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan soyutlayan bir kız, abisinin günahlarının yükünü omuzlarında ve yüreğinde taşıyan bir adam bir amca v...