34.Bölüm

427 22 0
                                    


Beklemek ne zor şeymiş, ne yapacağını bilmeden çaresizce beklemek. Bir an sonrasını bilmeden umutsuzca beklemek. Olacaklardan korkarak acı içinde beklemek. Saniyeler asırlara dönüşmüşken, zaman durmayı bırakmışken tek yapabildiğim beklemekti. O karşımda durmuş öylece bana bakarken ben bekliyordum sadece. Aynı zamanda yüzüne bakıp neler hissettiğini anlamaya çalışıyordum. Fakat anlamak ne mümkündü. Sanki bir maske takmıştı yüzüne, adı duygusuzluk olan. Tüm hissettiklerini o maskenin ardına saklamıştı. Beni de bir bilinmezliğe mahkûm etmişti tabi.

Önce bir adım attı bana doğru, sonra bir adım daha ve bir adım daha. Yavaştı tüm o adımları, adeta bir işkence gibiydi. Her adımı bana ölüm gibiydi. Adımları son bulduğunda kaşımda yerini almıştı. Gözlerini gözlerime kenetlemiş, dudaklarını ise adeta mühürlemişti. Belki söylemek istediği çok şey vardı ya da sormak istediği çok soru vardı ama o susmayı seçmişti. Susarak öldürdüğünden habersiz. Suskunluğu uzadıkça uzamış ve bana burada onun karşısında bir yerim olmadığını hatırlatmıştı. Kim kabul ederdi ki bir katille yan yana olmayı, kim isterdi? Cevabı çok basitti: hiç kimse. Ona daha fazla işkence etmemek için arkamı döndüm. Buradan bir an önce gitmeliydim. Onun git diyemeyeceğini biliyordum, tıpkı benim kalmayacağım gerçeğinin farkında olduğum gibi. Henüz bir adım atabilmiştim ki kolumdan tutulup çekildim ve hemen ardından da kendimi onun kolları arasında buldum.  Sarılıyordu bana hem de sımsıkı. Gitmemden korkar gibi, kaybetmekten korkar gibi…

“Nereye gidiyorsun sen? Beni bu halde öylece bırakıp ta nereye gittiğini sanıyorsun söylesene?” dediğinde ne ara tuttuğumu bile bilmediğim nefesimi serbest bıraktım.

“Öğrendiklerinden sonra hala yanımda kalmak mı istiyorsun gerçekten?” diye sordum. Ben gitmesini beklemiştim oysaki. Beni bir başıma bırakacağını ve ardına bile bakmadan buradan gideceğini, benden utanacağını düşünmüştüm oysaki.

“Sen bana abi demedin mi? Abiler kardeşlerini ne yaparlarsa yapsın onun yanında olur ve onu korular. Sen benim küçük kardeşimsin ve ne olursa olsun ben hep yanında olacağım. Bundan sonra seni ben koruyacağım.” dediğinde gözyaşlarım benden bağımsız. Gözlerimden süzülmeye aşlamıştı. Ancak bu sefer gözyaşlarım acı için akmıyordu, tam tersine mutluluk için akıyordu. Bu sefer gözlerim yüreğimdeki acıyı değil mutluluğu yağdırıyordu yeryüzüne.

“Teşekkür ederim abicim, yanımda olduğun ve beni bırakmadığın için çok teşekkür ederim.” Dedim. Sanırım o benim bu hayattaki en büyük şansımdı. O ve Yalaz. Beni kollarından çıkardı ve gözyaşlarımı usulca incitmekten korkar gibi sildi.

“Dökme o incilerini ve sakın bir daha bana teşekkür etme. Asıl ben senden özür dilemeliyim. Bu kadar geç kaldığım için senden özür dilerim. Tüm bunları yaşamak zorunda kaldığın için senden özür dilerim. Tüm bu zaman boyunca seni yalnız bıraktığım için özür dilerim.” dediğinde başımı iki yana salladım. O özür dilememeliydi, o kendini suçlamamalıydı. Suçlu o değildi, bendim.

“Lütfen özür dileme. Sen neden özür diliyorsun ki? O adamı öldüren bendim. Suçlu olan benim.” dediğimde parmaklarını dudaklarımın üzerine örttü. Kaşları ise çatılmıştı.

“Sakın kendini suçlama. Sen suçlu değilsin. Sen bu hikâyedeki en masum kişisin. Herkesi her şeyi suçla ama kendini sakın suçlama.” Dedi. Onunda gözleri dolmuştu, dokundan ağlayacakmış gibi duruyordu. Hemen ardından hiç beklemediğim bir şey yaptı ve beni alnımdan öptü. Bu durum oldukça tuhaf hissettirmişti. Tamam, Yalaz da beni alımdan öpüyordu ama onun beni öpmesinin sebebi sevgili olmamızdı Yağız’ın beni alnımdan öpmesi, bu bambaşkaydı. Şimdi gerçekten o hissi anlamıştım.

“Şimdi bir insanın abisinin olmasının nasıl bir his olduğunu anladım. Sen sahip olabileceğim en iyi abisin.” dediğimde beni daha da sıkı sardı. Ancak yine de korkuyordum. Bana o mesajı atan kişi kimdi bilmiyordum ama yakınlarımdaydı bunu biliyordum. Bunu hissediyordum.

“O zaman ben çok şanslı bir abiyim çünkü senin gibi bir kardeşe sahibim.” dediğinde gözyaşlarımın arasında gülümsedim. Asıl şanslı olan bendim çünkü onun gibi bir abim vardı. Her zaman yanımda olacak ve beni koruyacak bir abi.

“Çocuklar içeri gelin hadi konuşmamız gerek.” diyen Hasan baba ile birbirimizden ayrılıp ona döndük. Kapı pervazına yaslanmış bizi izliyordu. Duruşundan uzun bir süredir orda olduğu anlaşılıyordu.  Yağız benden ayrıldı ve kolunu omzuma attı.

“Hadi içeri gidip konuşalım ve bundan sonra ne yapacağımıza karar verelim” dedi. Bir yandan da içeri girmem için beni yönlendiriyordu. Ona itiraz edecek durumda değildim. Ben hayatımın kontrolünü çoktan kaybetmiştim. Bir fırtınaya tutulmuştum ve oradan oraya savruluyordum. Bu fırtınaya karşı direnmek boşunaydı çünkü direndikçe daha çok yara alıyordum.

İçeri girdiğimizde Hasan baba elinde bardaklarla salona geçiyordu. Bizi görünce gülümsedi ve salona geçip her zamanki yerine şöminenin başına oturdu. Biz de geçip karşısına oturduğumuzda bardaklara çayları doldurdu. Onun huyunu bildiğim için sessizce bekledim. Yağız da bize uymuştu. Hepimiz ağız birliği etmiş gibi susuyorduk. Sessizce, yanan odunların çıtırtısını izlerken bir yandan da çayımı yudumluyordum. Yanan odunları izlerken aslında onlardan hiçbir farkımın olmadığını gördüm. Ben nasıl onları yanarken izlemekten zevk alıyorsam, birileri de benim acı içinde yanıp kavrulmamdan büyük bir zevk alıyordu. Benim bu şekilde çaresizce çırpınmam ona büyük bir zevk veriyordu, buna emindim. Kimdi bu kişi ve bunu bana neden yapıyordu, bilmiyordum. Bilmek istediğimden bile emin değildim aslına bakılırsa. Sadece bu acı artık son bulsun istiyordum. Tek istediğim buydu.

“Çok fazla düşünüyorsun kızım. Bu şekilde kendini yiyip bitiriyorsun. Sen ne kadar kabul etmek istemesen de tüm o yaşananlarda senin bir suçun yoktu. Sen sadece kendini korumaya çalıştın.” diyen Hasan baba ile düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. İkisi de gözlerini dikmiş bana bakıyordu.
“Ama başkaları öyle düşünmüyor. Hatta bunu bana iletmekten de çekinmiyorlar.” dediğimde Hasan baba başını iki yana salladı ve ardından çayından bir yudum daha aldı.

“Onun da istediği bu zaten Aslım. Seni huzursuz etmek, seni bir katil olduğuna inandırmak istiyor. Bu sayede sana hayatı zehir etmeyi amaçlıyor. Sen buna inanmadığın sürece kimse seni bir katil yapamaz. Fakat sen kendini buna inandırırsan hiç kimse seni masum olduğuna inandıramaz ve sonunda kendi cezanı kendin vermeye kalkarsın. Onun istediği de tam olarak bu. Senin kendine zarar vermeni, kendi kendini cezalandırmanı istiyor. Başka bir deyişle senin kendini öldürmeni istiyor. Bu yüzden seninle bu şekilde oynuyor.” diyen Yağız ile bir iç çektim.

“Abin haklı kızım. O kişi her kim ise amacı seni yıpratmak.” diyerek Hasan baba da içime hem korku hem de umut tohumları serpiştirmişti. Ben bu olaya hiç bu yönden bakmamıştım. Ben sadece onun bana söylediklerine ve geçmişte yaşananlara odaklanmıştım.

“Peki, o kim ve bana bunu neden yapıyor?” diye sordum. Önceden cevabından en çok korktuğum soruyken şimdi cevabını en çok merak ettiğim soru buydu. Bunu bana neden yapıyordu. Daha birkaç dakika önce hiç düşünmediğim sorular şimdi beynimin içinde dönüp duruyordu. Hasan baba:

“Kim olduğunu bilmiyorum ancak sana yakın biri olduğunu düşünüyorum. Annen sana genellikle evde ya da etrafta sadece yakın çevreden birileri olduğunda pamuk kızım der. Ayrıca Yağız ile aranızdaki abi kardeş ilişkisini biliyor. Tabi bir de Balın’ın ilk arkadaşı olduğunu. Şu da var ki dosya güvende ve kimse dokunmamış, teyit ettirdim. Bu da demek oluyor ki o kişi her kimse o adamı tanıyan ve o gün nerede, ne yapmakta olduğunu bilen biri ya da o gün o olaya şahit olan biri. Emin olamıyorum, emin olduğum tek şey sana ve çevrene çok yakın olan biri. Çok dikkatli olmalısın kızım. Bununla birlikte hiçbir şey olmamış gibi normal hayatına devam etmeli ve onun eline koz vermemelisin. Anladın mı?” dediğinde ister istemez gerilmiştim. Bu iş beni mümkünmüş gibi daha çok korkutmaya başlamıştı. Bunca zaman sonra ortaya çıkmış olan bu karabasan hayatımı yeniden karanlığa buluyordu. Belki de bununla yetinmeyip hayatımı kana bulayacaktı.

“Siz merak etmeyin efendim, ben ona göz kulak olurum. Ben yanındayken kimse ona dokunamaz. Ayrıca hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmesini sağlayacağım.” diyen Yağız şimdi de fedailiğime soyunmuştu.

“Baba diyeceksin oğlum, efendim değil. Madem bu kızın abisisin, o zaman benim de evladım sayılırsın. Şimdi gidin ve hayatınıza kaldığınız yerden devam edin. O mesajı atanı da bana bırakın. Siz sakın bu işi eşelemeyin.” dedi, itiraza mahal vermeyen bir ses tonuyla. Zaten ona itiraz etmek mümkün değildi. İkimiz de yerimizden kalkıp ona veda ettik. Biz evi terk ederken o yine yalnız başına oturduğu şömine karşısında çoktan düşüncelere dalmıştı bile. Evden bira uzaklaştığımızda Yağız durdu ve beni de durdurdu. Bir süre yüzüme öylece baktıktan sonra bir anda bana sıkıca sarıldı.

“Merak etme kardeşim, bunların hepsi geçecek. Hepsini ardımızda bırakacağız ve ben hep yanında olacağım. Senden tek istediğim bundan sonra benden hiçbir şey saklamamandır.” dedi. Tüm bu yaşananların tamamen geçmeyeceğini, her daim içimde bir yara olarak kalacağını bilsem de bunu ona söylemedim. Söyleyemedim. Bu yüzden susmayı seçtim. Yine…

Mazinin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin