9

214 197 4
                                    

         Birkaç yıl geçti. Olgun insanlardık ve savaşa hazırdık. Yoğun günler geçmişti ve çok iyi savaş becerisi kazanmıştık.

        Yeniçeriler kılıç talimi yaparken ve ben yapılacak yeni ahşap ev üzerine çalışırken koşa koşa gelen kısa boylu bir haberci Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine gideceğini bildirdi. En yeni gelenler dışında tüm yeniçeriler gitmeliydi. Ben de dâhildim. Geçici yeniçeri olacaktım.

        Habercinin dediğine göre Akdeniz'i geçecek, oradan Sina Çölü'ne, ardından Mısır'a ulaşacaktık. Telaşla "Allah'a ısmarladık!" dedi.

        Haberci gitmeden "Hey!" dedim.

        Düşer gibi döndü. "Ne var?!"

        "Hünkârımız neden böyle bir sefere gitmek istiyor?"

        Haberci hışımla burnunu kırıştırdı. "Ne bileyim ben! Hem bilsem de herkesin sorusunu ayrı ayrı cevaplayamam. On binlerce adam var, değil mi?" Yoluna devam etti.

        Buna kırıldım. Ama onu anlıyordum, o kadar koşuyor...

        Nasıl olacak bilmiyordum. Herhâlde çok heyecanlıdır, dedim. Ama savaşta ölü ve yaralılar çıkardı. Umarım aralarında olmam, dedim.

        Kalabalıktan nefret ederim. Hele seferler tıklım tıkış olur. Silahımız da olacaktı. Mini tüfek bile vardı. Bunlarla öldürmek, hatta yaralamak içimi acıtırdı. Mektepte sert davranırlardı ama yine olamadım bir sert fert.

        Memnun olduğum şey arkada oluşumdu. Gerçek yeniçeriler öndeydi. Savaşa iyi başlamak gerekirdi. Bizim önce gitmemiz, lâzım olan mesleklerin azalması demekti. Yeniçeri değil, dülger kaybederlerdi. Düzgün savaşmadan şehit düşmek istemedim. Belki ileride faydam olacaktı. Sadece dülger değil, insanların iyiliğini isteyen biri gidecekti. Faydam olmayacaksa geçeyim önlerde can vereyim!

        Akıncılar* yola koyuldu. Ordunun çoğu kapıkulu** ve piyadeydi. Akıncılar dönünce Yavuz Selim harekete geçti. Koca ordu ağır ağır ilerledi.

        Seferden sonra öğrendim: Memlükler Osmanlı'ya çok saygısızdı. Anadolu'yu istiyorlardı. Yavuz bunun önüne geçmeliydi.

        Dediğim gibi, en rahatsız olduğum şey vardı burada: Kalabalık.

        Yavaş yavaş üzerimi ter bastı.

        Nefes alış verişinden...

        Hayali sesler duyuyor olmalıydım... Yol boyunca buna odaklandım. Çünkü yapacak başka şey yoktu.

        İlk durduğumuz yer sınır içindeydi. Kimisi küçük, kimisi büyük çadırlar büyük bir alana yayıldı. Padişahın çadırı hepsinden büyüktü. Ben çok küçük bir çadırda iki piyadeyle kaldım.

        Yatmak üzereydim. İki piyade -Lokman ve Bayındır, "İyi geceler Sinan." deyip yattı. Gözlerimi kapattım ve uyumayı bekledim. Ama dışarıdaki iki yeniçeriyi duyup kulak kesildim.

        "Hey, Kasım. Padişah Mısır'a gidince araştırma yapacakmış."

        "Evet. En çok ilgimi çeken, piramitlerin nasıl yapıldığını öğrenmek istemesi. Bu tam Sinan'ın işi. Bence onu görevlendirir, ne dersin?"

        "Ama o daha dülger. Adam ahşap ev yapıyor, nasıl anlayacak o koca piramitleri?"

        Güldüler ve fısıldayarak uzaklaştılar. Alnımdaki teri sildim ve uyumaya çalıştım.

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin