Süleymaniye Cami'ye 958'de* başladık. Bunun seneler süreceğine emindim. Bütün mimari bilgilerimi kullanmam gerekiyordu. Benim en değerli eserlerimdendi. Sebebiyse, yapıtla ilgili bir sürü olay yaşamamdı.
Sultan Süleyman, oğlu Şehzade Mehmet'in ölümü üzerine Şehzade Cami'yi yapmamı istedi. Eşi Hürrem Sultan'sa bu işle en çok ilgilenendi. Cami için yardım yaptı, sürekli geldi, baktı... Ancak ailenin acısı bir türlü dinmedi. Süleyman, İstanbul'un bütün gücünü taşıyacak bir cami istiyordu. Bunun için İstanbul'un yedi tepesinden dördüncüsünü seçti. Bu en büyük dört padişahtan olduğunu gösteriyordu. Fakat tepe cami için çok sivriydi. Padişahın hüzün duymasını istemediğim için burayı genişlettim. Toprağı basamaklar hâlinde şekillendirdim. Bu taraça fikrini duyunca, "Çok iyi, mimarbaşı! Aferin." dedi.
İnşaatta üç bin işçi çalıştı. Başlamamız, şeyhimiz Ebussuud ile oldu. Temele ilk taşı koydu.
Şimdi sıra bendeydi. Depreme karşı özel bir yöntem geliştirmeliydim. Uzun ömürlü bir yapı dayanıklı olmalıydı. Bunun için taş ve tuğla kullanmak en iyi yoldu. Bunların özelliklerine göre sesin yayılışını kontrol ettim. Ancak bunlarda akustik yeterli değildi. Galen taşı** kullanacaktım. Bununla ses güzel yankılanır. Bunun yanında ısıyı sağlamalıydım. Yazın serin, kışın ılık olmalıydı. Bunun için yerin altına kemer yaptım. Kemerin yolları su depolarına bağlıydı. Aynı zamanda buradan hava gelecek ve cami içi uygun ısıya sahip olacaktı. Namazı rahat kılsınlar diye tabandan biraz yükseğe kadar hava akımını düşürdüm ki, ayakları üşümesin. Bunun yanında, mumların yaydığı duman camide büyük sorundu. Tavan kararırdı. Bu yüzden hem mumları iyi yere yerleştirmeli, hem de dumanın gittiği yere is odası yapmalıydım. Yüzlerce kandilin isi, bir hava akımı ile is odasına gidecekti.
Duvarların içine ekstra bir malzeme koymadım. Böylece camiye yük olmayacaktı. Yükü özellikle kemerler taşıyacaktı. Mihrümah Sultan Cami'de olduğu gibi, bunda da modüler sistem kullandım. Yani kubbe gibi birçok bölgenin ölçümünü ayarladım. Mihrümah Sultan'da 3'e 4, bunda da 4'e 4 kullandım. Ana kubbe yanına koyduğum küçük kubbeler bu kadar parçaya ayrılabilirdi. Aynı zamanda, caminin önündeki iki minareyi kısa, ortasındaki iki minareyi ise uzun yaptım. Bu şekilde piramit gibi oldu.
Sadece hünkârım için mi oldu bu? Caminin adı ondan gelebilir ancak minareler, dört büyük padişahı simgeliyordu: Fatih, Yavuz, II. Bayezid ve Kanunî.
Çalıştım, çalıştım, çalıştım... Ne içindi? Birçok yapı gibi yıkılırsa, ne olacaktı? Uzun süre insanlar için rahat bir namaz yeri olurdu. Fakat niye daha uzun olmasındı? İyilik ettikçe iyi hissederdim. Temizlenmiş, rahat... Gelecek nesle yol göstermeliydim. Bu kesme taşların ömrü yaklaşık dört yüz elli yıldı. Kalemi aldım, mürekkebe batırdım. Tam yazarken, Mihrümah'ı hatırladım...
Keşke her şey bir hayal olsaydı... Demek, o benim düşlediğim biri değildi. Onun da düşlediği olmamıştı. Öyle olsaydı, beni değiştirmek için bu kadar uğraşmazdı. Başka şeyler isterdi. İçimde derin bir yara hissettim. Bu kadar küçük yaşta, nasıl anlıyordu her şeyi... Taşa da artık sahip olmadığıma göre, gerçek hayatıma geri dönebilirdim.
Ama bir kısmının hâlâ içimde olduğunu unutmuştum.
Mektuba, yeni bir kesme taşı nasıl koyacaklarını yazdım.
'Her kim bu taş eskidiğinde yenisiyle değiştirmek isterse eski taşın yerine takılacak yeni kilit taşının iki tarafından yağlı iple, taşı bir taraftan sokup öteki taraftan çeksin ve sonra ipin dışarıda kalan kısımlarını kessin.'***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazılmış Zaman
Science FictionKimsenin hikayesi rastgele başlamaz. Hepsinin tutunduğu, var olduğu bir yer vardır. Hepsi birbirine girebilir, evrenin kanunları değişebilir ve hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmayabilir. Karşınızda Paralel Evrenler Teorisi!.. Ve hiçb...