14

175 175 5
                                    

        Gemi çok hasarlıydı. Tayfanın bir kısmı denize düşmüştü. Canım acısa da fırtına alanı çok büyüktü. Çevreden dolanmak hepimize zarar verirdi.

        Gemiyi Cook Adaları'na varmadan onarmalıydık. Zor olacaktı. Erzağın bir kısmı gitmişti. Günler, haftalar geçti; yine hasar bitmedi. Hepsini onaracak malzeme yoktu.

        Bitkindim. Endişeden rahat uyuyamıyordum. Gergin sinirlerimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Diğerleri de yorgundu. Bu şekilde Morris'le karşılaşırsak kötü olurdu.

        William, Deni ile yanıma geldi. İkisi de yorgundu. "Kaptan." dedi William. "Tayfalar çok yoruldu. Normalden çok çalışıyorlar. Biraz dinlenmemize izin..."

        "Hayır!" diye haykırdım.

        Şaşkın gözlerle hepsi bana döndü.

        Kendimi toparladım. "Gemiyi onarmalıyız. Morris gelirse şansımız olmaz."

        "Ama yorgun olursak..."

        "Biliyorum." dedim. "Başka seçeneğimiz yok. Hemen halledersek rahat oluruz, merak etmeyin."

        Bunu söylerken sinirimi tuttum. Biliyordum ki kendimi tuttuğum sürece sinirim birikecek ve bir gün patlayacaktı. Fakat başka şansım yoktu. Moore'u korumalıydım. Bu Sinan'ın bedeni değildi.

        Deni ile William hüzünle işlerine döndü. Yüzümü denize, öğle güneşine döndürdüm. Rüzgâr yüzüme üflerken huzuru hissetmeye çalıştım. Ama başaramadım.

***

        Dolunay yükseliyordu. Gökyüzünde parça parça bulutlar denize gölge düşürüyordu. Birkaç haftalık yol vardı. Tayfa hâlâ çalışıyordu.

        Kamaramda yuvarlak pencereden baktım. Ufuk karanlıktı. Sanki hiçbir zaman karaya çıkamayacakmışız gibi bir his veriyordu. Bir yandan içim sızlıyordu...

        Ne yaptın, Sinan?

        Geri çekildim. O da neydi?

        Ne halt ettin, Sinan?

        "Sen kimsin? Çık ortaya!"

        Beni göremezsin. Ben senin beyninin içindeyim.

        "Öyle mi? O hâlde neden sesini bu kadar gür duyuyorum?"

        Dışarıdan ayak sesleri geldi. "Kaptan? Kimle konuşuyorsunuz?"

        Orada olsaydım sence sesimi duymaz mıydı? Beni sadece sen duyuyorsun.

        "Yalancı!"

        Gelen tayfa kapıyı çaldı. "Kaptan? İyi misiniz?"

        Başımı hızla iki yana salladım. Uykusuzluktan aklımı kaçırmış olmalıydım. "İyiyim. Sadece başım dönüyor."

        "Hap verebilirim."

        "Gerek yok, teşekkürler."

        Derin bir nefes aldım ve yatağıma uzandım. Hakkımda bir şey düşünsün istemezdim. Göz kapaklarım yavaşça kapandı.

        Uyan, Sinan!!!

        "AAAH!" Yataktan fırladım. "Kimsin sen? Daha doğrusu nesin?"

        Tekrar kapına gelmesini istemezsin. Seni dönüşte odaya kapatırlar.

        Burnumdan neredeyse buhar çıkacaktı. O odaya girmek istemiyordum. "Senin zihnimde olduğuna inanmıyorum."

        İnanmalısın. Uykuya daldığında buraya geldiğine de inandın.

        İç çektim. "Pekala. Kimsin sen?"

        Kim olduğumun bir önemi yok, asıl sen kimsin?

        "Bak, kim olduğumu biliyorum. Belli olmayan sen varsın. Şimdi söyle."

        Sen beni nasıl görüyorsan, oyum. Hiç aynaya baktın mı?  Yanımda duran ayna parladı.

        "Kendimi hep eleştiririm. Yani baktım."

        Artık eleştirmiyorsun. O zamanlar geride kaldı.

        "Ne sonuca götürmeye çalışıyorsun beni?"

        Bak ve kendin gör.

        Başımı çevirince kendimle yüzleştim.

        "Anlamıyorum. Bana ne göstermeye çalışıyorsun?"

        Kör olmuşsun. Yeteneğin var ama kullanamıyorsun.

        "Anlamıyorum! Ne yeteneği?"

        Artık cevap vermiyordu. Kafamda birçok soruyla beni yalnız bırakmıştı. Stresim arttı. Şimdi nasıl uyuyacaktım? Yatağıma devrildiğimde elimden geldiğince her şeyi unutmaya çalıştım. 

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin