"Sana bir çadır kurdurttum. Yanına göç ederken yükünü taşısın diye bir at da koydum. Adını sen koy."
Aklımda çoktan bir isim vardı. "Mihrümah olsun. Bunu çok severim."
"Sanırım bu bayan ismi. O erkek."
Yüzüm asıldı. Dişi olmasını çok isterdim. İçim ferahlardı. Yine de bir isim daha biliyorum. "O zaman Hasan olsun. Bu da güzel."
Tigin içini çekti. "Yine garip bir isim." dedi. "Atına hikmetli bir ad koy. O ne öyle, 'Hasan'..."
"İyilik sahibi olan demek. Eski bir arkadaşımın adıydı. Basit bir şeyden dolayı ayrıldık."
"Oo. Ayrıldığının ismini mi koyuyorsun? Sevmemişsin ki ayrılmışsın. Değiştir! Sana emrediyorum."
Sözde olsun diye başka bir isim düşündüm. Adına Macun koydum. Bu Tigin'in hoşuna gitti. Hep ona "Macun" diye seslendi. Ama yanına gittiğimde bunun hiç ona uymadığını anladım.
At simsiyah, diğer bozkır atlarından iri ve gençti. Beni görünce kişnedi, yüz vermedi. "Endişelenme, sadece yabancılardan nefret eder." dedi Tigin Bey. Yanına gidip onu sevdi. "Gel." dedi bana. At dokunmama izin verdi. "Gördün mü? Ne kadar zararsız. Yakında sana alışacaktır."
Günlerce onun üstünde çalıştım. Binmeyi ve sürmeyi denedim. Yine alışmadı. En son ona su içirirken yüzüme tükürdü. Durumu gören Tigin Bey yanıma geldi. "Sizin at benden hoşlanmadı." dedim yüzümü silerken.
"Daha dur, bir hafta oldu. En kötü iki yıl beklersin."
Akşam atı bağlarken kişnedi, ayağını yere sürdü. Koşmak istiyordu. "Sen ne haylaz şeysin!" dedim ona. Anlamış gibi baktı.
"Üff, tamam gel hadi." deyip ipi çözdüm. Silkelendi. Eyere binecekken saçımı tuttu ve yoldu. "Ah, ne yapıyorsun?!"
Saçımı çiğnedi ve yuttu. Neşeyle kişnedi. "Of, kendini hep böyle mi tanıtırsın?" dedim.
Cevap vermedi. Onu açık alana sürdüm. Daha ben vurmadan koşmaya başladı. Üzerine yapıştım. "Dur! Ne yapıyorsun yine? İkimizi de öldüreceksin!" diye çığlık attım. Dinlemedi, koştu, koştu...
Beni doğuya götürdü. Açık alanda durdu. Hâlâ ona tutunuyordum. Doğrulup baktığımda, "Nereye getirdin beni?" dedim şaşkınlıkla. Uzunca bir süre çevreme bakmam canını sıktı. Şaha kalktı ve beni üzerinden attı, hızla uzaklaştı.
Ayağa kalktım. "Bekle!" diye bağırdım. Koşsam da doğal olarak yetişemedim. Nefes nefese olduğum yerde kaldım.
Yanımdaki kayanın üstüne oturdum. Biri gelip beni alana kadar bekleyecektim. Başıma bir şey geldiğinde böyle inatçıydım işte...
Yıldızların yer değiştirmesini izledim. Büyük Ayı tam tepeye geldiğinde sabah yaklaştı demekti. O zaman çadıra kendim gitmeliydim.
O sırada biri, "Canın mı sıkıldı?" dedi. Önüme geldiğini fark etmedim. Bu Dikit'ti! Eski samimiyetini kaybetmiş vaziyette duruyordu karşımda.
"Dikit? Ben, şey, atım tarafından terk edildim."
"Şaşırmadım." dedi. "Ona bunu yapmasını ben söyledim. Saçını da yolmuş bakıyorum."
Başımın boş tarafını yokladım.
Sırıttı. "Benimkini de yolmuştu, boşver. Normalde benim evcil hayvanım. Bana layık görülmediğini düşünüp başka bir atla değiştirdiler. Ben de hakkımı çalan bu adamı yanıma getirmesini istedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazılmış Zaman
Science FictionKimsenin hikayesi rastgele başlamaz. Hepsinin tutunduğu, var olduğu bir yer vardır. Hepsi birbirine girebilir, evrenin kanunları değişebilir ve hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmayabilir. Karşınızda Paralel Evrenler Teorisi!.. Ve hiçb...