37

72 90 0
                                    


        Tigin Bey beni Oğuz Kağan'a kendi bırakmaya kararlıydı. O, devletin doğusunda olduğundan bize çok uzaktı. Bozkır midillileriyle yol üç gün sürdü. Hükümdarın saray gibi çadırı daire ve beyaz-kırmızıydı. Tepesinde Hun bayrağı dalgalanıyordu. Çadırın olduğu yerde en az yüz nöbetçi vardı. Tigin Bey girişteki nöbetçiye, "Tigin Bey, Kağan'a birini getirdi. Haber ver." diye fısıldadı. Nöbetçi içeri girdi. Çıkınca arkadaşlarına, "Üstlerini kontrol edin." diye seslendi. Uzun uzun araştırdılar. Bitince "Temiz." dediler. "Beş adım geri çıkın." dedi ardından.

        Geri gittik, bir süre sonra siyahlara bürünmüş Metehan çıktı çadırdan. Koyu gözleriyle canlı, korkulacak bakışları vardı. Yeleğinin ucunda, paçalarında ve yakasında sarı ve kahve tüller vardı. Belinde de Tigin'inkine benzer ama daha büyük bir kılıç duruyordu. Tıpkı destandaki kahraman gibiydi. Etrafına göz gezdirdi. Uzaktan beni inceledi. "Bu getirdiğin kim, Tigin?" dedi.

        "Ey hakanımız, bu, dışarıdan gelmiş bir yoksuldur. Adı Sinan'dır. Batı'da var olduğunu söylediği büyük bir gölün orada kıyımdan kurtulmuş. Bize iyi bir hekim olduğunu söyledi ve testi farklı yönden geçti. Zekâsının farkına varınca size getirmek istedim."

        Hükümdar gözlerini kısarak baktı bana. Uzunca bir süre öyle durdu. "Gözlerindeki kararı görüyorum." dedi.

        Nöbetçiler de heyecanlıydı. Kağanın dediği her şey kutsal sayılırdı. Çünkü onlara göre hükümdar ancak Tanrı tarafından seçilirdi.

        "İçeri gelin. Kendisini anlatsın bana."

        Çadırın içi süslerle ve örtülerle doluydu. Oturunca Tigin'e anlattığım her şeyi aktardım. Gözünü kırpmadan dinledi. Tigin de dediklerimi onayladı.

        "Peki," dedi kağan. "Bizi yalnız bırakır mısın Tigin?"

        Tigin Bey dışarı çıkınca tedirgin oldum. Bir destanın önünde duruyordum. Göz teması kurmadan konuşmasını bekledim. "Bana bak." dedi.

        Bakınca, "Bana dininden bahset." dedi.

       Dinim mi?.. Bir hükümdar, o yoğunlukta neden kendi dini dışındakileri öğrenmeye vakit ayırırdı? Bunu öğrenmek istemesinin tek sebebi vardı. O, bir toplumun dinini öğrenerek sosyal, siyasal ve askerî yönlerini çıkaracaktı. Onların yapısını öğrenebilmenin en iyi yolu buydu.

        Tereddüt ettim. Ya başka bir şey yaparsa? Yıldırım Bayezid gibi bir padişah bile tuzağa düşüyorken, benim başıma gelmemesi garanti değildi.* O anda da her şeyi uyduramazdım. Tek seçeneğim anlatmaktı. 

        "Size hani söylemiştim ya, Doğu'nun kurak olduğuna inanıyoruz diye, o aslında kabilemin inancıydı. Benim kendime ait ayrı bir dinim var."

        Kaşını çattı. Ama anlayış, merak içindeydi. "Anlat."

        "Dinimin adı İslâm'dır. Ama pek çok kişi nefret eder. Nedeni herkese göre değişir. Sizin seveceğinizi umuyorum. Çünkü sizin inancınıza çok benziyor. Bizde de tek tanrı var. Kuralları uygulaması da size daha kolay..."

        Anlattıkça zaman hızlı geçti. Sadece dinden değil, artık başka şeylerden de aktarıyordum. Geldiğim yerde neler gördüm, yaşadım; insanları nasıl, neler yapılıyor, hatta askerî düzenden bile bahsettim. Hiçbir şey dikkatimizi dağıtmadı. Akşam olunca nöbetçiler mum yaktı. Yine devam ettim anlatmaya. Hiç sıkılmadı. Aralarda düşüncesini de söyledi. Kendi geleceği Osmanlı'yı anlattığımı bilmeden dinledi.

        Hemen ardından Tigin Bey çadırın girişinde belirdi. "Sayın kağanım, akşam oldu."

        Metehan kendine geldi. "Doğru. Seni unutmuşum, Tigin."

        Tigin çıkarken homurdandı. Beni dövmek istediğini sezdim. Saatlerce başıboş durmak beyni bulandırır çünkü.

        Mete gülümsedi. "O hâlde, madem yerin yurdun yok, seni yanıma alıyorum ve orduya dâhil ediyorum."

        Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "N-Ne? O-Ordu mu? Nasıl savaşacağımı bilmiyorum ki!"

        "Seni bizzat ben eğiteceğim." dedi. "Anlattığın şeyler çok ilgimi çekti. Askere de katılmışsın. Düzen ve yapıda bilgilisin. Yeni oluşturduğum eğitimli orduya katkın olacak. Hiç savaş planı yaptın mı?"

        Kekeleyerek, "Eee, sadece fikir yürüttüm ve uygulandı." dedim.

        "Hmm, seni bir de ben test etmek istiyorum. Bu işte başarılı olduğuna şahit olmalıyım."

***

        Sabah Metehan elime kılıç verdi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

        Sabah Metehan elime kılıç verdi. Kendi kılıcını çektikten sonra ağırdan aldı. Çadırın dışında geniş bir alandaydık. Nöbetçilerin çoğu oradaydı. Metehan hem yakın dövüş, hem de okçulukta denedi. "Beklediğim gibisin." dedi. "Biraz çalışmak seni savaşa hazır edecek."

        "Doğrusu, uzun zamanda yeteneğimi kaybettim sanmışım."

        "Bir de," dedi. "Üstünü halledelim. Böyle hemen fark edilirsin."

        Üstümde her tarafımı örten garip bir üstlük ve gri bir peştemal vardı. "Haklısınız."

        Bedenime göre giysiler diktirdi. Hepsi ya bordo ya kahveydi. "Savaşta şunu giyeceksin." diye kahveyi gösterdi. "Bu görülmeni aza indirir. Ama seni savaş meydanına direkt sokmayacağım. Yanımda durarak hem plan yapacak, hem de ok atacaksın. Kış geliyor ve artık vadilere çıkmalıyız. Sayımız da artıyor. Başka yerler bulmazsak sığamayız. Yani açılmak ve büyük ihtimalle savaşmak zorundayız."

        "Umarım olmaz. Güvenle yerleşelim."

        "Zor." dedi. "Kesin bir savaşa gidiyor olmalıyız. Yerleşeceğimiz yerin yakınlarında tehlike vardır. Kabilenin söylediği doğru, burası her hâliyle acımasız."

        Tigin'in yanına dönerken yutkundum. Ne kadar kalacağımı bilmediğim bir yerde savaş olacaktı. Ölünce de uyanmayı bekler miydim? Derdim sadece buydu.

        "Ne konuştunuz dün o kadar? Yarım gün seni bekledim."

        "Hiç, geldiğim yerle ilgili bilgi verdim. O da beni test edeceğini söyledi..."

        "Yine mi?"

        "Askerî becerilerimi ölçtü. Beklediği gibi çıkmışım. Ben de savaşacağım."

        "Güzel." dedi. "Ama iyi dinle, savaş, talimdeki gibi olmaz. Talim olmadığı gibi çok düşünmek de olmaz. İstersen düşün, o daha kötüdür. Şunu bunu yapayım derken gidersin."

        "Anladım." dedim. "Yaşamak başkadır." 


* Yıldırım Bayezid, Avrupa'ya karşı kazandığı Niğbolu Savaşı ile Avrupa'dan daha güçlü olduğunu kanıtlamıştı. Timur, Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'e karşı fillerini kullanınca, kendi birliklerinin büyük bölümü Timur'un yanında beylerini görüp saf değiştirince Yıldırım beklemediği bir yenilgi almış ve Timur'a esir olmuştur. Timur da kendinin Avrupa'dan daha güçlü olduğunu ispatlamıştır. 

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin