46

68 77 2
                                    

        Tekrar rüya gördüm. Uygurlara, Ödgü'nün yanına geldim. Artık yorgun düşmüş, mücadele edemeyecek durumdaydım. Ufak bir olay bile gücümü tüketirdi.

        Rüyaya girdiğimde sofrada oturuyordum. Çok garipti. Kimse bana bakmadı. Yemeğe devam ettiler.

        "Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?" dedi Ödgü.

        "Bir şey olmadı. İyiyim."

        Aç değildim. Onlar yemek yerken Sövgü'nün yumurtayı dik tutuşunu izledim. Bıraktığında devrildi. Dalıp gitmişim.

        "Şaman!" diye bağırdı anneleri. "Ödgü gezmek istiyor. Sen de hava al. Yine iyi değildin bugün."

        Kafa salladım. Dışarı çıktık ama hoş bir durumla karşılaşmadım.

        Ödgü durdu, ileri baktı. "Ah, yine mi?" dedi.

        "Kim-ne?" dedim.

        Karşıdan sarışın bir çocuk geldi. Saç ve göz rengi dışında Ödgü'yle her bakımda aynıydı. Koyu gözleri, insanı delip geçiyordu. Kolları, bacakları, parmakları incecikti. Ama son derece kendinden emindi.

        "Hey asık surat! Dövüşe var mısın?"

        "Bu sefer olmasın." dedi Ödgü.

        "Yok ya. Önceden seni yendiğim için mi?"

        Ödgü öfkelendi. Onu durdurdum. "Yapmayın. Boşuna zaman harcıyorsunuz." dedim, sanki aralarında ne olacağını biliyormuşum gibi.

        "Biliyorsun, Berilhan beni her gün döver. Gününü göstermeyi çok istiyorum."

        İnsanlar toplandı. İkisini karşı karşıya gören herkes ne olacağını biliyordu. Ama ben hâlâ dövüş olacağını düşünüyordum.

        Koştular. Son kez, "Yapma!" diye bağırdım. Ama olan oldu. Birbirlerine çoktan girmişlerdi.

        Şaşkındım. Bir de ne göreyim! Birbirleriyle dövüşmüyorlardı. Sarılıyorlardı. Oldukları yerde dönüp durdular.

        Ağzım açık seyrederken arkamdan tiz bir ses, "Ne bekliyorsun be adam! Ayırsana şunları." dedi. Kadının dediğini yaptım. Yanlarına gidip ayırmaya çalıştım. Öyle bir sarılmışlardı ki, yüzleri kıpkırmızıydı. Bütün gücümü harcadım. Mümkün değildi.

        "Hadi be adam! Ölecekler şimdi!"

        Bu ayırmakla olmazdı. Sonunda ben de sarıldım. Onları sıktıkça sıktım. Nefessiz kalıp bıraktılar. "Ne kadar kötü bir davranış bu!" dedim bir Uygurun ne diyeceğini düşünerek. "Bir kere, bu nasıl bir dövüştür! Sarılarak dövüş mü olur?"

        Durdular. Sonra gülmeye başladılar. "Şaman amca!" dedi Berilhan. "Dalga geçme. Kaç kere gördün bizi bunu yaparken?"

        Uzaklaştım. Moralim bozulmuştu. Yorgun olunca kırgınlık artıyormuş demek ki. Ödgü, "Amca," dedi. "Gün geçtikçe hassas oluyorsun. Bu âşkı unut bence."

        Kendi kendime söylenir gibi, "Bilmiyorum." dedim. Gerçekten bilmiyordum. İçimdeki sevgi o kadar büyüktü ki, mantık onu aşamıyordu. Neyse ki bunun konuyla ilgisi yoktu.

        "Amca, her şeyin bir dövüş olduğunu Çinliler de biliyor."

        "Ne demek istiyorsun?"

        "Kung fu. Yapılan her şey bir dövüştür. Yeter ki onda usta ol. Sarılmak bir boğma hareketidir."

        "Anlıyorum. Siz demin kung fu mu yaptınız?"

        "Hayır. O Çinlilere ait. Biz bazı hareketlerden oluşan bir dövüş yapıyoruz."

        "Etkileyici."

        Gülümsedi. "Hadi eve gidelim. Enerjim kalmadı."

        "Benim de." 

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin