Sene 940*. Mohaç Meydan Muharebesi'nde Macaristan'ın Habsburg'la paylaşılmasından ve Avusturya'yla İstanbul Antlaşması imzaladıktan sonra Batı güvenli oldu. Sıra Doğu'daydı. Çünkü İran, Yavuz'un ölümünden sonra tehdit hâline gelmişti. Şah İsmail, Anadolu umutlarını oğlu Tahmasb'a aşılayarak iyice karışıklık çıkardı. Tahmasb, babasının ölümünden sonra Osmanlı'ya baş kaldırdı. Padişahın amacı, Gilan hükümdarına ve İran'da yaşayan Müslüman âlimlere yardım etmekti.
931'de** padişah, Gilan hükümdarına mektup yollamıştı. Ardından Tahmasb için bir tehdidnâme yazmıştı. Tehdidnâmede bundan vazgeçmesi yazılıydı. Zira sorunu bizzat kendi kaldıracaktı. Ancak Tahmasb bu umutla büyümüştü. Süleyman Viyana'yı ele geçirmekle meşgulken o Belgrad'ı kuşattı. 935'te*** Bağdat'ı ele geçirdi. Viyana'dan gelen padişah, Irak'a vaktinde yardım gönderemediğinden kendini sorumlu hissetti. Daha kötüsü, Tahmasb, Osmanlı'nın bir uç beyliğini himayesi altında saydı. Padişahın sabrı tükenmişti...
Ordunun hazırlanması için emir verdi.
Türkistan sınırlarına kadar tüm Türkleri kendi bayrağı altında toplayıp amacını gerçekleştirecekti. Çıkacak Kızılbaş - Safevî sorununu yerle bir edecekti. Irak'ı kendi topraklarına alacaktı. Vezir-i Azam Damat İbrahim Paşa'yı önde gönderdi.
Aldığı bir habere göre, paşa yurtluğu Konya olan Şeref Han'ın kellesini almıştı. Bitlis'i ocaklık**** olunca Şeref Han'ın oğlu Şemseddin'e verdi. İbrahim Paşa durmak bilmiyordu. Haberi alan Tahmasb hazır olmalıydı. İşe koyuldu. Damat İbrahim Bağdat'ı alacaktı fakat Tebriz'e gitmeyi karar kıldı. Birecik, Fırat'tan geçti, Diyarbakır'a ulaştı... Tebriz'i ele geçirdi...
Ardı sıra gelen haberler karşısında Süleyman'ın umudu bir arttı, bir düştü. Ama iyi haberler daha çoktu.
Hazırlanmamız uzun sürdü. Başarısızlıkla sonuçlanan Viyana'dan yeni gelen bitkin ordunun morali düşüktü. Mutlu olmaya çalışmak zordu, benim için bile. Padişahın yanında olmak çok iş gerektiriyordu. Yapımını istediği birçok bina vardı.
Sefere çıkmadan önce taşı aldım. Onu tuttukça daha iyi hissediyordum. İçimde yanan bir tutkuydu sanki...
940'da ordu harekete geçti. Hedef Türkistan'dı. Yürürken bile askerlerin yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Viyana onları yıpratmıştı. Padişah ile kurulu bunu konuşuyordu. Bir miktar dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Ama Süleyman, tıpkı benim Pasifik mücadelemdeki gibi izin vermiyordu. Kötü sonuçları olacağını biliyordum.
Gün geçtikçe ordu iyice yorgun düştü. Hastalanan arttı. Yine de ayakta kalmaya çalışıyorlardı. Morali düşük ama azimliydiler. Neden bilmem şaşırdım. Bende öyle bir azim var mıydı?
İçimden bir ses bana yapabilirsin diyordu. Kendimi gösterme içgüdümü ayaklandırdı. Büyüdükçe büyüdü...
Ordunun önüne Van Gölü çıktı. Kurul endişeden patlayacaktı. Koca gölü nasıl aşacaklardı?
Padişah çevreden dolanmayı reddetti. Ordu daha yorulmamalıydı. Tüm ciddiyetiyle bana döndü.
"Sinan," dedi. "Gölü aşabilmek için tek umudumuzsun. O sırada ordu dinlenmiş olur." Kurul bu öneriyi kabul etti. Hemen işe koyuldum.
Amacım orduyu taşıyabilecek büyüklükte ve miktarda kadırga yapmaktı. Mümkün olduğunca çabuk olmalıydım. Yoksa padişah işimi bitirirdi.
Masa başında ayakta çalışırken aklıma annem geldi. Kalemi bıraktım. Çok uzun zaman olmuştu. Yoğunluktan onları düşünmemişim bile. Onları görmek için yanıp tutuşuyordum. Babam ne derdi... Sabırlı ol. Her şeyin anahtarı sabırdan geçer...
İki hafta sonra üç kadırga hazırdı. Bütün orduyu taşıyabilirdi bunlar. Padişah dâhil ordunun tüm üyeleri hızıma hayran kaldı. Ordu bindi ve neşeyle karşı kıyıya geçti.
Türkleri ayağa kaldırmayı başaran ordumuz Tebriz'e ulaştı. Sınırlardan girdiğimiz anda Tebriz halkı bizi alkış ve tezahüratla karşıladı. Bu kadar sevildiğimizi tahmin etmemiştim. Halk önce gelen İbrahim Paşa'ya direnç göstermemiş, direkt bağlılık istemişti.
Ucan'a varınca ordumuz ile seraskerler***** birleşti. Daha büyük bir kurul toplandı ve padişah ordumuzun her bir sınıfına farklı ödüller verdi.
Sultaniye'ye gidebilmek için birçok engel aşmak zorunda kaldık. Anlaşılan Tahmasb bizi yavaşlatmaya çalışıyordu. Güçlü olduğumuzu bildiği için zayıf düşürecekti. Sultan Süleyman bunun farkına vardı. Orduyu uyardı. Askerler öfkeden patladı. Önlerine gelen her düşmanı yerle bir edeceklerdi.
Sultaniye'ye varınca Tahmasb'ın memleketine kaçtığı öğrenildi. Sinirleri bozulan padişah, "Şu işi bitirelim artık." dedi.
Tahmasb'ın tarafında bazı beylikler padişahın emrine geldi. İşimiz uzuyor olabilir ama gücümüz azalmıyordu ve Tahmasb hâlâ bunu fark etmemişti.
Bağdat'a gitme kararı alınınca birçok zorluk aşıldı ve dayanamayan Bağdat teslim oldu. Moralimiz yükseldi. Ordumuz burada dört ay kalacaktı. Padişah, İbrahim Paşa'ya ödül verdi...
Kısacası, çok uzun bir seferdi. Asıl görevim Van'da olduğu için kurulda çoğunlukla fikir paylaşmakla meşguldüm.
Seferin sonlarında Şah Tahmasb bir elçi gönderdi. Padişah artık barış önermeliydi. Bir mektup yazıp elçiye verdi. Barış teklifi karşısında Tahmasb yenik düştü. Daha fazla direnç gösteremezdi. Kabul etti.
Dönüşte padişah beni divana çağırdı. Van'daki başarımdan ötürü Hasekilik rütbesini verdi.
+++
"Seferi kısaltarak anlattım, duymak istediğin hayatım olduğu için."
"Van'daki başarın yeterlidir. Kimse iki haftada üç kadırga yapamaz."
"Haklısın ama..."
"Taş işe yaramadı mı?"
"Yoo, yaradı. Hep olumluydum. Sadece kafam meşguldü. Onu anlatacağım, sabret."
* M.S. 1533.
** M.S. 1525.
*** M.S. 1529.
**** Osmanlı'da toprağın bir bölümünü birine vermek. Metinde uygun şartların sağlanmasını kastediyor.
***** Sadrazamlık yükü olmayıpOsmanlı ordusunu komuta eden vezir. Metinde birlikleri kastediyor. İbrahimPaşa'dan da söz ediliyor olabilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazılmış Zaman
Science FictionKimsenin hikayesi rastgele başlamaz. Hepsinin tutunduğu, var olduğu bir yer vardır. Hepsi birbirine girebilir, evrenin kanunları değişebilir ve hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmayabilir. Karşınızda Paralel Evrenler Teorisi!.. Ve hiçb...