12

180 183 3
                                    

        Benden istenen ahşap ev için çalışıyordum ama o gün Osmanlı'da büyük bir yas vardı. Yavuz Selim dün vefat etmiş ve yerine oğlu Süleyman geçmişti. Bu çok üzücüydü. Acaba Şehzade Süleyman nasıl olacaktı?

        Hiç beklemeden Belgrad'a sefer düzenledi. Beni de yeniçeri olarak aldı. Belgrad üç defa kuşatılmıştı ama başarısız olundu. Sultan Süleyman Avusturya'ya giderek tampon bölge yapmak istiyordu. Sırplar surları savunamayacağını düşünüp Macarlara vermişti. Onlar da Süleyman'dan gelen barış teklifini reddetmiş, yetmemiş gibi ödemedikleri vergi için Osmanlı elçisine kötü davranmıştı.

        Süleyman koca orduyu harekete geçirmeden önce tehlikeleri düşündü. Bulgarların Rusçuk merkezinden 'Tuna İnce Donanması', ordumuza Karadeniz ve Tuna üzerinden destek verecekti. Ordunun büyük bölümü topçuydu. 927'de* piyadeler, topçuların önünde olmak şartıyla ağır ağır yola çıktı.

        Belgrad'a varmamız günler sürecekti. Ordu, Çekmece-i Kebir'de** Sultan Yolu'ndan*** geçti. Yolun yanında birkaç kişi, sefere gidildiğini anlayınca tezahürata başladı. Kadınlar mendil salladı. Sultana o kadar bağlılardı ki, eşini uğurlar gibiydiler.

        İlk gece Edirne sınırını geçince kamp kurduk. Güneş batarken bazıları toplanmış şakalaşıyordu. Yanlarına gidince sohbet konusu oldum. Bana 'Şanslı Dülger' dediler. Yaramın bıraktığı izi merak ettiler. Kızarmış noktaya bakıp organlarıma yakın olduğundan 'Vaaay!' dediler. Sonra konu Sultan Süleyman'a gelene kadar konuştular.

        Minik çadırıma gittim. Her zamanki gibi yanımda bir piyade vardı. Dip dibe yattık. Hemen horlamaya başladı. Bu uzun bir gece olacaktı.

                                                                                            ***

        Gözümü açtığımda neye uğradığımı şaşırdım.

        Önümde ahşap bir tavan gördüm. Yattığım yerden kalkınca bir kamarada olduğumu fark ettim.

        "Bu ne?.. Aman Allah'ım!"

        Çığlığımı duyan kapıma geldi. "Kaptan, iyi misiniz?" dedi kalın bir ses.

        Kapıyı açtığımda üçgen şapkalı tayfalar gördüm. "N-ne oluyor? Neredeyim ben?" diye aralarından geçtim. Burası çok kötü kokuyordu.

        Burnumu tutarak merdivenden çıkarken, "Kaptana bir şey olmuş!" diye birbirlerine haber verdiler. Dışarı çıktığımda yeni doğan güneşi gördüm. Etrafa bakayım derken birine çarptım. Bu kısa boylu, dağınık sarı saçlı ve yeşil gözlü bir gençti.

        "Kaptan bir sorun mu var?"

        O an aklımda tek soru vardı: "Neredeyim ben?"

        "Gemidesiniz kaptan... Haaa, Boston'dasınız."

        "Boston neresi?"

        Kaşlarını çattı. "Amerika."

        Tekrar etrafıma baktım. Bir limandaydım ve bulunduğum gemi diğer gemilerden büyüktü. Üstüm de diğerlerine göre daha düzgündü. Çıplak ayaklarımla limana ilerledim ve elimi burnumdan çektim.

        "Kaptan, nereye gidiyorsunuz?"

        "Eve."

        "Eviniz nerede?"

        "Bilmiyorum."

        Mürettebatın kafası karıştı. Hiçbir şey demeden baktılar, ta ki biri "Kaptan, eviniz burası!" diyene kadar.

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin