43

60 76 1
                                    


        Kendimi taş bir yolun ortasında yürüyor buldum. Ama bu hoşuma gitmedi. Çünkü ileride büyük bir ayaklanma vardı.

        Milyon kadar insan sarayın önünde lanet okuyor, küfrediyor, sarayın büyük bahçe kapısını kırmaya çalışıyordu. Gördüğüm Yunan ayaklanmasından beterdi. Öfkeden kapıya abanıyor, duvarlara tırmanıyor ve olan izdihamı umursamıyorlardı. Ayağımda terlikle koşarak yaklaştım. Başıma bir şey gelmesin diye arada mesafe bıraktım.

        Uzun süre bu öfke patlaması devam etti. Duvarları yıkacak kadar ittiler. Kral ve diğer soylular olanları pencereden izliyordu. İsyanı yapanlar, "Korkak!" dedi. "Bir de kral olmuşsun! Ne hâle getirdin koca ülkeyi aşağılık herif!"

        Kral içeri sinmiş, tehlikenin bitmesini bekler gibiydi. Kalabalıktan saygı gören biri öne çıkınca herkes sustu. Yanında bayrak taşıyan bir genç vardı. Mavi, kırmızı ve beyaz renkte dikey çizgiler...

        Konuşmaya başladı. "Ey kral Louis! Bizi sıkıntıya sokmanın anlamı nedir? Paramızı kısmanın ve bize gaddarca davranmanın sebebi ne?!"

        Kral pencerede gözüktü. Kalabalık yûladı. Pencereyi açmadı.

        "Soylu sınıfın aşırı mal varlığı haksızlık değil mi? Herkesin elinden fazlaca para alıyorsunuz! Yoksulluktan elimize geçeni yiyoruz!"

        Kalabalık tekrar yûladı. Adam, "Bizi açlıktan öldürmeyi mi, yoksa karnınızı tıka basa doldurmayı mı hedefliyorsunuz?" diye bağırdı.

        Kral bir şey demedi. Pencerede, öylece olanlara bakıyordu. Derin düşüncelere dalmıştı. Adamı duymazdan geliyordu.

        "Eğer bizi böyle bırakacaksan," dedi adam. "Öyle olsun!"

        Tüm grup, son takâtine kadar duvara baskı uyguladı. "Senin kapınla işimiz yok." dedi adam. "Bu duvar ortadan kalkmadan seni alt etmeyeceğiz-"

        Kraliyet birlikleri saldırıya geçti. Kalabalığın aşırı tepkisinden korkan kral emir vermişti. Daha sonra ortalık katliama döndü. Uzaklaşmak istedim ama beni de gruptan saydılar. Üzerime koştular. Yakalamalarıyla takılıp düşmem bir oldu. Beni sürüklerken elimi tutmak ister gibi öne uzattım. Güneye, evime gitmek istiyordum. Osmanlı topraklarına...

***

        Hapse, demir parmaklıkların ardına girdiğimde dizlerimin bağı çözüldü. Derme çatma yatağa düştüm. Burada yorgun bir yapım vardı. Mihrümah bana Çekmece-i Kebir'i dolaşırken bugünü anlatmıştı. Korkunç şeyler olacaktı.

        Yan hücreden mahkûm seslendi. "Hoşgeldin, kardeş!" dedi. "Sen de mi isyan kurbanısın?" Parmaklıkların arasından baktı.

        Başımı iki yana salladım. "Hayır. Öyle sandılar."

        "Güzel." dedi. "Çünkü yakında burayı da yıkacaklar."

        "Nasıl yani?"

        "Haberin yok mu? Ben buraya gelmeden önce onların arasındaydım..." Sesini kıstı. "Buraları yaktılar, yıktılar. Mahkûmları serbest bıraktılar. Kaleleri yerle bir ettiler. Şatolar, hatta bazı kilise ve manastırları da ele geçirdiler."

        Mihrümah'ın bu kadar anlattığını hatırlamadım. "Bunu neden yapıyorlar?"

        Başını uzattı. Bir süre düşündü. "Aslında," dedi. "Vergi dengesizliği bardaktan taşan son damla oldu. Köylüler aşırı ödüyor. Soylular ve din adamları ise vermiyor. Alt burjuvanın da bu durumda olduğunu söyleyebilirim."

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin