31

91 101 2
                                    

946/947*

        Uzun zamandır hayalini kurduğum bir şey vardı, hayatımı başka boyuta çıkaracak, düşlemesi güzel bir şey: Mihrümah Sultan'a talip olmak.
        Ona seçilecek kadar iyi yere gelmiştim. Artık zamanıydı. Sultan Süleyman'a kızı için talip olduğumu bildirdim. Onu görmememe karşın genç, kurnaz ve en az benim kadar zeki olduğuna emindim. Ama aşmam gereken büyük bir engel vardı.
        Diyarbakır valisi Rüstem Paşa dibimde bitti. "Hünkarım," dedi. "Mihrümah Sultan'a talibim."
        Her şey o anda olup bitti. Sultan Süleyman kızını yakışıklı bir valiye mi verecekti, yoksa başını çalışmaktan kaldırmayan yorgun düşmüş bir mimara mı?
        Padişah, "Kızımı en mutlu olacağını düşündüğüm kişiye veriyorum." dedi. "Mihrümah senindir, Rüstem Paşa."
        Kalbim kırıklarla doldu. Sırf sürekli çalıştığım ve bitkin düştüğüm için onu kaybetmiştim. Kafamı kaldıramadığımdan yıpranmış gibiyim. Öyle ya, değersiz kulun ödülü, belli ki başka bir şey...
        Yakın zamanda bir haber aldım. Mihrümah Sultan benimle konuşmak istiyordu! Bunu duyunca kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. "Ne diyecekmiş?" dedim.
        "Orasını bilmem." dedi haberci. "Ama önemli bir şey olduğu kesin. Malum, sultanımız gereksiz şeyler konuşmayı sevmez."
        Tıpkı Mihrümah gibi dedim kendi kendime. İçimde yanan bir alev vardı, her gün yanımda taşıdığım taş beni tekrar hayata döndürmüştü. Mutlu mesut saraya gittim. Sultanın bulunduğu odaya izin alınca girdim. Aradaki paravan, ona ulaşmam için tek engeldi. Temkinli olmak için sevincimi bastırdım. "Beni mi çağırdınız, sultanım?" dedim. Cevabını bekledim. Nefes alışverişini duyuyordum.
        "Evet, Sinan Paşa." dedi. "Hep bu anı bekliyordum."
        Kalp atışlarım hızlandı. Zorla "İsteğiniz nedir?" dedim.
        "Kendi adıma bir cami yapmanızı istiyorum, size zahmet olmazsa."
        "Haşa, sultanım." dedim. "Sizin sözünüz benim için emirdir."
        Yüzünü göremiyordum ama gülümsediğini tahmin ettim. "Nereye olsun, sultanım?" dedim.
        "Yerini siz seçin." dedi. Biraz düşündüm. Sormayı gerek duydum.
        "Üsküdar olsun mu, sultanım?"
        "Güzel seçim." dedi. "Teşekkür ederim."
        Eve dönmeden önce padişah beni yanına çağırdı. Taş yanımda olmasına rağmen korktum. Taşa, "Neden?" diye sordum. "Neden etkini göstermiyorsun? Ne oldu sana..."
        Odasına girdiğimde, "Mimarbaşı," dedi. "Senden camiyi en iyi şekilde yapmanı bekliyorum." Sesi sertleşti. "Eğer kızım tatmin olmazsa sonunun ne olacağını biliyorsun."
        Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Eve döndüm, masamın başına geçtim. Zevkle yaptığım şey, bugün yüzüme gülmüyordu. Masa başında duran cami taslakları artık motive etmiyordu. Ama aklımda olması gereken bir sürü şey vardı. Yapmazsam ya da kötü yaparsam cezası ölümdü. Mihrümah Sultan'ı seviyordum ama... neden? Onunla iyi geçineceğimi nereden biliyordum?
        Evet... Başka bir yerde onun kopyası olduğuna inandığım biri vardı. O benimle oynuyordu, kendine "Evren" diyen, ona Mihrümah dediğim deli. Ama sultanın zihnimde oluşturduğum kişiliğiydi o... ya da zaten vardı.

***

        İşim bitince çalışmama göz attım. Caminin yerleri süpüren etekleri vardı sanki. Amacıma ulaşmıştım. Fakat önce Sultan Süleyman'ın yaşam çizgime kararı vardı.
        Ona verirken ellerim titriyordu. Anlatırken sesimde heyecan vardı. Fark etmemesi mümkün değildi. Sırf bir camiyi yapamadım diye hayatıma son verecekti. Böyle bitmesin! Savaşırken ölmek en büyük ödüldü benim için. Bana tat veren işimin beni öldürmesi acınası bir durumdu!
        Padişah sözümü kesti. "Yapmaya başla, mimarbaşı. Boşuna anlatmakla sıkma beni. İhtiyacın olan her şeyi kullan, yüzümü kara çıkarma!"
        Bu hali ne yazık ki kızına talip oluşumdandı. Bana, "Ne cüretle karşıma çıkarsın." diyordu. Onunla vakit geçirecek hiç vaktim yoktu ve mutlu olamazdı. Bitkinliğimle canı sıkılırdı. Caminin yapımı sırasında göz yaşları dökecektim. Tamamlanınca ağlamayı da unutmayacaktım.

***

        Gözlerimden yaş boşaltır hissedersem bir hüzün
        Koştururdum arkasından kimde görsem bir hüsün

...

        Defteri kapattım. İçin için ağladım ama yaş akmadı. Bir gün akacağını bilerek yazmıştım bunu. O gün geldiğinde defteri açıp okuyacaktım.
        Hiç halim kalmamıştı. Ter bile dökmüştüm. Oturup bekledim geçmesi için. Yakamı silkeleyerek dışarı çıktım. Başım dönmeye başladı. Hislerimden değildi bu. Başka bir şeydi, basınç varmış gibi.
        Sonunda yere yatıp beklemeye başladım.

***

        Ayağa kalkacak gücü bulduğumda çevreme baktım. Karanlıktı ve kendi bahçemdeydim. Yine bir rüya mı görüyorum diyerek kalktım.
        Üzerime yorgunluk çöktü. Sürüne sürüne eve girdim. Her şey yerli yerindeydi. Bu bir rüya değil, dedim kendi kendime. Defter masamın üzerinde duruyordu. Yatağa çekilirken sayfanın parladığını görmedim.


* M.S. 1540 kastediliyor.

Yazılmış Zaman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin