Sultan Süleyman Macaristan'a gitmeyi planlıyordu.
Belgrad'ı Macar ordusundan yeterince koruyamıyordu. Macaristan'ı tamamen fethetmeliydi.
Başka sebepleri de vardı. Osmanlı ile İran arası bozuktu. İran hükümdarı Tahmasp, II. Layoş ve Şarlken'e anlaşma isteği gönderdi. Akraba olan Şarlken ile Layoş bu sırada Osmanlı için kötü plan yapıyormuş. Layoş, Şarlken'e çok güveniyormuş. Çünkü Roma-Germen'in yanında İspanya kralı Şarlken, İtalya, Belçika ve Hollanda'nın bir kısmını ele geçirmiş. Bununla Almanya'yı da etkilemiş ve tacını almış. Aynısını İngiltere ve Fransa'ya yaparken Fransa kralı François'yi tutsak etmiş. Kralın annesi Sultan Süleyman'dan yardım istiyordu.
Mektepten bir tanıdığım, "Biliyor musunuz Sinan Bey?" dedi. "Sultan Süleyman Martin Luther'ı esir almış."
Çalışmayı kestim. "Ne?"
"Luther'i esir almış. Şarlken'e karşı yapmış bunu."
Kaşlarımı çattım. "Şarlken katolik biri. Protestanların öncüsünü niye umursasın?"
"Duyduğuma göre İspanya ile Almanya'nın arasını ayırmak içinmiş. Mâlum, Luther oralarda önemli biri."
Bu bilgileri biz bile sonra öğrendik. Günümüzde bilgi kolay yayılmıyor. Şimdi anlattıklarımın çoğunu o zaman bilmiyordum. Yıllar içinde öğrendim...
Sultan Süleyman Şarlken'den önce Layoş'u halletmek istiyordu. Böylelikle yeni muharebe için hazırlıkları başlattı.
27 Cemaziyelahir 932'de* Ramize'nin kocası esnaf Mehmed beni evine çağırdı. Beynimi boşaltmam için iyi bir fırsattı. Ta ki birkaç saat sonraya kadar.
Onlara gitmeden önce bir şeyler alıp ikram ettim. Muharebe meselesini konuştuktan sonra sekiz yaşındaki Hasan'ı yalnız bırakmayayım dedim. Güzel bir şey yapıyordu: Lego oynuyordu.
Bu oyunu çok severim. Mesleğim için gayet uygun. Onu bu işe heveslendirmek istedim.
Aklıma gelen ilk evi yaptım. Elim kadar bir şeydi. Dört yana kısalarak uzayan duvarları vardı. Piramide benzedi.
"Wow!" dedi. "Bunu nasıl yaptın?"
Gülümseyerek, "Bu benim işim." dedim ve üzerine bir şeyler daha eklemek üzere parçalar aldım. Ama o buna itiraz etti.
"Yeter! Çok fazla parça kullandın. Ben yapacağım."
"Tamam sen yap... Ama bana da biraz bırak."
"Olmaz!" dedi kızarak. "Yarısını kullandın!"
Kendi binasına parça yetmeyince benimkinden söktü.
"Hey!" dedim. "Onu yapmak için çok uğraştım."
"Bana ne!" dedi. Zayıf temelli binasına bir sürü şey ekledi.
"Temelini sağlam yap." dedim sakince. "Yoksa devrilir."
"Ben yapabiliyorum!" dedi. Devrilince kıpkırmızı oldu. "Off!" dedi. Benimkini paramparça etti.
"Bu kadar yeter!" dedim kendimden geçerek. "Lego sağlam temel ister. Böyle oynayarak bir faydası olmaz!"
"Ama ben güzel yaptım! Sağlamdı. Sen öyle sanıyorsun. Mimar olmama gerek yok!"
Ömrümde en çok kızdığım şey işimin küçümsenmesiydi. Bir çocuk bile dese kendimi tutamam. "Senin bunu anlayacağını sanmıyorum! Git öğren bakalım mimarlık gerekmiyor muymuş!!!"
Odasına koştu ve sertçe kapıyı kapattı. Mehmed yanıma geldi.
"Kötü bir şey mi yaptı, kardeşim?"
"Hayır. Basit bir şeydi sadece." dedim öfkemi bastırarak.
"Bakma sen ona." dedi Ramize. "Her şeye bozulur, çocuk işte."
Bu sözün üzerine öfkemin yerini üzüntü aldı.
* 10 Nisan 1526.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazılmış Zaman
Science FictionKimsenin hikayesi rastgele başlamaz. Hepsinin tutunduğu, var olduğu bir yer vardır. Hepsi birbirine girebilir, evrenin kanunları değişebilir ve hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmayabilir. Karşınızda Paralel Evrenler Teorisi!.. Ve hiçb...