"Kaptan, uyanın!"
Yataktan kalktım. Karşımda Deni'yi gördüm. "Gitmemiz gerek!" dedi.
"Nereye?"
"Merkeze."
"Neden?"
"Faneuil Hall'da* toplantıya gideceğiz. Çok önemli. Bu sabah haberci geldi, kapıda bekliyor."
Hızla giysilerimi üstüme geçirdim. "Neyle ilgiliymiş?" dedim.
"Söylemedi. Sanırım konu Britanya. Yakında savaş olacak."
Bu, tüm dünyanın yolunu değiştirecekti. Bundan sonra otuz yıl art arda olaylar yaşanacak, çağı değiştirecek Fransız İhtilali olacaktı. Dünyaya milliyetçilik yayılacak, Mihrümah'ın yaşadığı dönemin insanları ortaya çıkacaktı. Buna sebep olan en önemli olaysa, şimdi başlıyordu.
Kapıda, atın üstünde duran bir adam vardı. "Haydi!" dedi, diğer iki atı gösterdi. "Binin!"
Hızla binaya gittik. Küçük bir grup binanın önünde toplanmış tartışıp duruyordu. Bizi görseler de aldırmadılar.
"Hoo," diye durdurdu atını haberci. "Sorun nedir? Yine çıkmaza mı girdiniz?"
"Plan yapıyoruz. Karar verildi." dedi Samuel Adams. "Protestoyu yapacak yeterli kişiye sahibiz. Herkes kızılderili kılığına girme fikrinde."
"Bence bunu yapmayın." dedim. "Daha büyük bir güçle sonra yaparız."
"Anthony," dedi Adams. "Son zamanda yaptıkların zaten akıllıca değildi. Bu sefer kaçamazsın."
Sinirimi tutamadım. "Bununla ilgisi yok." dedim sertçe. "Ne olacağı belli. Size yardım etmeye çalışıyorum. Acelemiz yok, daha fazla kişi toplarız."
"Katılacaksın!" dedi Jefferson. "İster öl ister yaşa, yeter ki git savaşa. Hepimiz bunu göze alıyoruz."
Söylediğim her şeyi yalan gördüler. Kurtulmaya çalıştığımı zannettiler. Daha fazla dayanamayıp yüzümü çevirdim.
Samuel iç çekti. "Şunun hâline bak. Kendi kibrine yenik düşmüş. Artık ona bir şey yapamayız. Gelin içeride konuşalım."
Haberci Deni'ye döndü. "Hadi durma, geç." dedi.
Deni yanıtlamadı. Sadece bana baktı. "Biliyor musun?" dedi. "Hep senin gibi olmak istemiştim. Meğer kendi canın uğruna insanlığı feda ediyormuşsun. Umarım yakında her şeyi anlarsın... Hıhh... Ama o dinleyen adam nerede?"
Sonra gitti. Beni öfkemle yalnız bıraktı. Atımın üstünde, yolun ortasında kaldım. Neden böyleydiler? Onca çabama rağmen neden bana güvenmediler? Yoksa bu, yaptığım sadece bir hata yüzünden mi?
<><><>
Samuel, Jefferson, Deni ve haberci, Özgürlük Beşiği'nde konuşmalarını sürdürdü. Sinan'ın davranışı yüreklerini çok burkmuştu. Onun gidişi, hiçbirinin farkında olmadığı bir tarafaydı. Deni de bunu istiyordu, Sinan'ın o tarafa gitmesini.
"Boston Limanı'na çay geldiği zaman orayı basacağız. Birkaç haftaya ulaşır."
"O güne kadar herkes vazgeçer." dedi Jefferson. "Çay vergisine çok sinirliler, Britanya'nın baskısına öfkeliler. Ama ileride ne olacağını düşünürler. Bu güç İngilizleri ortadan kaldırmaz. Yani her daim büyük bir tehlike var."
"Güç toplamalıyız. Ama bu birkaç kişiyle olmaz..."
"Biz yaparız."
Kapıya döndüler. Koca yürekli kaptan Anthony Moore yanında onlarca kişiyle karşılarındaydı.
"Anthony!" diye çığlık attı Jefferson. "Arkanı dönüp gittiğini sandık."
"Öyle olacaktı." dedi Anthony. "Fakat anladım ki, bu iş birlik olup yapılır. Üç devlet adamı ve iki çok tanınmış denizci..."
Deni gülümseyerek baktı. Kendisi tanınmış değildi, kaptan da biliyordu. Ama ileride her şey değişecekti. Deni bizim bilmediğimiz ama o dönemde konuşulan bir kaptan olacaktı, bir kâşif ve bilime katkı sağlayan bir kaptan. Adını yazmadılar, akılda da kalmadı. Ama bir matematikçi olarak kullandığımız her şeyde saklı olacaktı.
Anthony bunu önceden sezmiş gibi, Deni'ye döndü. "Umarım her şey çok güzel olacak." dedi ve son sözü, Amerikan halkında önemli bir yere sahip olacak atasözüydü. "Birlikten kuvvet doğar."
***
İnsanların ciltleri kıpkırmızıydı, tüyden şapka ve takıları vardı. Askerler grubu kızılderili sandı, üzerine saldırdı. Ama Amerika vatandaşı elinde silah vardı.
Birbirine girmenin sebebi sadece bu değildi. Amerikalılar, gemiden bütün çay kutularını denize attı. Sayıları çok fazlaydı. Büyük bir ayaklanma olduğunu anlayan askerler neye uğradığını şaşırdı ve kaçtı. Güçlerine karşı koyamadılar. Kendini kızıla boyayanlar arasında Anthony de vardı. Yıllar sonra olacak Bağımsızlık Savaşı'na katılacak; ordunun çiçek hastası, George Washington'ın buna bağışıklı olduğu ve düşmana çiçek virüsünü yaydıklarına şahit olacaktı. Kızılderililerin, Amerika ve Avrupa tarafından zulme uğradığını ve çiçek virüsüne bezenmiş battaniye ile mendilleri görecekti. Elinde olsaydı, o virüslü battaniyeleri yakardı, Amerika ve Avrupa'ya kafa tutardı. Ama yapmadı, gücü yetmedi. Sadece Amerika'nın özgürlüğünü destekledi. Sinan artık rüyasında yeni biri olmayı, yani empati yapmayı öğrenmişti. O artık Sinan değil, rüyanın ana karakteriydi.
* İng: The Cradle of Liberty. Özgürlük Beşiği binası.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yazılmış Zaman
Science FictionKimsenin hikayesi rastgele başlamaz. Hepsinin tutunduğu, var olduğu bir yer vardır. Hepsi birbirine girebilir, evrenin kanunları değişebilir ve hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmayabilir. Karşınızda Paralel Evrenler Teorisi!.. Ve hiçb...