- Selin Andaç
Burada, eski ahşap pencerenin önünde bağdaş kurmuş olarak omuzlarıma dolanan battaniyeyle otururken yanımdaki koltukta uzun bacaklarını eski kilimin üzerine uzatmış bir Demir'in olması artık benim için bir şey ifade etmiyordu.
Onu hala seviyordum. Ömrüm boyunca onu sevmediğime dair tek bir cümle kuramayacağımın bilincinde ona delice aşıktım ama varlığına değil. Yanımda olmasını artık istemiyordum. Bu beni kırmaktan öteye geçmiyordu. Ben onun yanımda olduğu düşüncesini seviyordum.
İç sesim bana, bunu onun sadece bedenini beğendiğim için düşündüğümü acımasızca söylerken onu duymazdan gelmeye çalıştım.
Hayır, ben Demir'in sadece bedenini sevmiyordum. Ben onun bedeninden çok ruhunu seviyordum fakat bu ruhtan ne anladığınıza bağlıydı. Ben ruhtan onun bize sundukları kavramını anlamıyordum. Ben ruhtan, onun en derinlerinde sakladığı o gerçek kimliğini anlıyordum.
Evet, belki onun ruhunu gerçekten görme şansına çok nadiren erişmiştim ama yetmişti. Yetmişti işte bundan ötesi yoktu. Onu seviyordum ve nedenlerini sıralamak bana sonu olmayan bir maratonu koşmak gibi geliyordu. Çünkü; sadece severdiniz. Bazen o kadar sadece severdiniz ki, neden sevdiğinizi dahi bilmezdiniz. Oysa, ben neden sevdiğimi biliyordum. Neden sevdiğimi çok iyi biliyordum. Bilmediğim tek şey, neden sevmekten vaz geçemediğimdi. Oysa geçmeliydim. Hiç kimse ruhunu kemiren bir canavarı ısrarla içinde saklamak istemezdi. Oysa ben o canavara aşıktım ve elimden bunu değiştirmek adına hiçbir şey gelmezdi.
" Ailene haber vermemek konusunda emin misin?"
Gözlerim, iplikleri sökülmüş kilimin eski yüzeyinden ayrılmadan konuşmaya devam etmiştim. Bana bakan soğuk gözlerini görmek istemiyordum. Bana öyle soğuk bakmasını gülümsemesini gördükten sonra kaldıramazdım.
" Bu sadece endişelenmelerine neden olur. Güvende olduğumu düşünmelerini istiyorum. "
Yanımdaki iri beden oturduğu yerde doğrulur ve dirseklerini dizlerine dayayarak bana doğru eğilirken kaybedeceğimi bildiğim bir savaşta çırpınıyordum. Tekrar ve tekrar... Bu aynı su döngüsü gibiydi. Bıkmadan yağıyor, kirleniyor, yok oluyor ve temizlenmiş bir şekilde yeniden yağıyordum.
" Peki ya sen? Güvende olduğunu düşünüyor musun? "
Gülmek istedim. Alaycı ve iplemez bir gülüşle bakmak isterdim zincire vurulmuş, duygudan uzak gözlerine ama yapmadım. Yapacak ne enerjim vardı ne de cesaretim.
" Bu güvende olmak kavramından ne anladığına bağlı. "
Demir, sağımda içine çektiği nefesi öfkeyle ciğerlerinde tutsak ederken daha açık konuşmamı istediğini biliyordum.
Her ne kadar olmadığını iddia etsede bencildi işte. Yara bere içinde kalmış ellerime etrafı sivri binlerce hiçbir anlam bütünlüğü olmayan şey bırakıyor ve benim kan revan içinde umutsuzca onları birleştirmemi istiyordu. Oysa o, en ufak bir kilitde öfkeleniyor ve kapıyı parçalıyordu.
" Fiziksel olarak evet, güvendeyim. Senin yanında bana bir şey olmayacağını biliyorum. Sen beni ne pahasına olursa olsun korursun. "
Her kelimemi inanarak söylemek daha da yakıyordu canımı. Beni koruyacağını bilmek istemiyordum çünkü bu her şeyi daha da hastalıklı bir şekle sokuyor ve beni ikiye bölüyordu. Bir yanım Demir'in bana istediğim şekilde olmasada değer verdiğini bilir ve bunun ağırlığı altında ezilirken, diğer tarafım da beni her şeyden koruyabilirken nasıl kendisinden koruyamadığı sorusu altında can çekişiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırağı ve Ateş
General Fiction©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun için zamanım olsa, kalbinin her santimini tek tek fethederdim. Hiç doğmamış olmayı dilerdim senden ön...