Yaşlı adam kocaman olmuş donuk gözleri ve aralanmış çatlak dudaklarıyla beyninin parçalarını taşıyan duvarda kirli kanının izini bırakarak kaydığında içimde birini öldürmenin verdiği vicdan sızısı yerine kocaman bir boşluk vardı. Aldığım her nefeste dahada büyüyen ve beni içten içe tüketen bir boşluk.
Bedenim üzerinde olan kontrolüm her geçen saniye biraz daha azalırken elimdeki silahın ılıklaşmış ve terden nemlenmiş yüzeyinin uyuşmuş tenimden kaydığını hissettim.
Etrafımdaki sessizliği bir mızrak gibi bölen metalin sert zemine çarpma sesi, içinde olduğumuz baloncuğun patlamasına neden olmuştu ve durmuş zaman bu tok sesin depoda yankılanmasıyla tekrar akmaya başlamış gibiydi.
Etrafım eli silahlı adamların acıma dolu uğultusu ve bütün bu yaşananların saçmalık olduğunu söylercesine öfkeyle atılan adımların ayak sesleriyle dolduğunda donmuş gözlerimi aşağıya, az önce bir adamın canını alan pençelerime çevirdim.
Tek yapabildiği buydu; bir bıçak keskinliğinde, öldürücü pençelerle çevrelenmiş bu eller bir katile, bir canavara aitti ve yapabildiği tek şey can yakmaktı.
Daha yaradılıştan bir yüreği tutmaya uygun değildi ve ben bunu bile bile kirli ellerimi onun masumluğuna uzatmış ve beceriksizce kavramaya çalışmıştım.
" Sen ne yaptın? " Demir'in hayret dolu bir fısıltı şeklinde çıkan sesini idrak ettiğimde onu tamamen görmezden geldim ve acı dolu bir kabullenişe ev sahipliği yapan, dudaklarımdan çıkıp giderken yanında varlığını onun sesini duyduktan sonra fark ettiğim ruhum ve kalbimden büyük bir parça götüren o cümleye hayat verdim acı ve pişmanlığın her tınısına sinmiş olan sesimle.
" Cesedi nerede? "
Ceset.
O hayat dolu ve tek bir gülümsemesiyle insanı ölümsüz olduğuna inandıran elinin değdiği herkese onu bir daha asla bırakmayacağını hissettiren, kokusuyla insandaki aile özlemini dindiren o varlığa ceset demek ancak benim gibi yolunu kaybetmiş ve kaderin acımasız prangalarına boyun eğmiş bir ruhun aklından geçerdi.
" Cesedi bulun! " bedenim düşmanını görmüş bir tazı gibi gerilir ve başım bariton sesiyle depodaki adamlara emir veren iri adama çevrilirken kendimi emziği kaybolmuş bir ağlayan bebek gibi hissediyordum. Durdurulmamın tek yolu pillerimin çıkarılmasıydı.
" Ne dedin sen? " diye gürlerken adımlarım benden habersiz adamın üzerine doğru gitmeye başlamıştı bile ve ben yürürken adım atabildiğime bile şaşırıyordum. Sanki kıyafetlerimin içindeki bedenim ölmüştü.
" Ona sakın ceset deme! " ikinci bir gürleme peşinden şimşeğini de getirmişti. Öyle ki adamın yüzüne inen sağ yumruğum hedefimin birkaç adım gerilemesine ve iri cüssesinin ona verdiği güçle zorlukla ayakta kalmasına neden olmuştu. Bense kurtuluşumu bulmuşum gibi hissediyordum.
Adama attığım yumruk kendi iç dünyamda sadece içi güç dolu bir yumrukla sınırlı kalmamıştı. O yumruğun içinde pişmanlıklarım vardı, Arel'e olan sevgim ve hatalarım. İçten içe tek bir yumrukla içimi kemiren ve beni delirmenin eşiğine getiren bu duygulardan kurtulmak istemiştim ama yeterli değildi.
Yumruğuma sabitlediğim gözlerim yukarı kalkar ve şakakları beyazlamasına rağmen bizden fazla büyük görünmeyen esmer adama odaklanırken adamın sahibinin tüfek sesini duymuş bir av köpeği gibi onu tutan Demir'in ellerinden kurtulmaya çalıştığını görebiliyordum.
Uyuşmuş elimi açıp kapatırken kısılmış ve öldürücü bir sakinlikle dolup taşan gözlerimi adamın yüzünden ayırmamıştım ve o geçen sürede Demir'den kurtulup üzerime saldırma arzusundan hiçbir şey kaybetmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırağı ve Ateş
Narrativa generale©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun için zamanım olsa, kalbinin her santimini tek tek fethederdim. Hiç doğmamış olmayı dilerdim senden ön...