Beynim bir an için durmuş ve olaylar birbirine karışmıştı. Deniz'den elbette kendini kurtarmak adına bir atak bekliyordum ama beklediğim atağın bununla uzaktan yakından bir alakası yoktu.
Beni karşısına almasını beklemiyordum. İkinci kere canımı yakacak bir adım atmasını, beni kullanmasını beklemiyordum.
" Deniz bırak beni. " Kelimeler hiçbir işe yaramayacağını bile bile çıkmıştı kurumuş dudaklarımın arasından. Dilim, sanki damağıma yapışmıştı ve düğümlenmiş ses tellerimden zorlukla yukarıya çıkan sese şekil vermek istemiyormuş gibi hareketsizliğini koruyordu.
" Deniz lütfen." Önümde onu tanıdığım ve keşfetmeye başladığım günlerden eser kalmamış, Deniz'den ziyade Ardıl'a dönüşmüş adamsa bütün bu çaresiz çırpınışlarıma aldırış etmiyor ve bütün gücüyle sıktığı bileğimi çekiştirip bu prangalardan kurtulmak için debelenen bedenimi zapdetmeye çalışıyordu.
" Arel sakin ol. " Söylediği şey bende histerik bir kahkaha atma isteği uyandırıyordu. Karşımdaki adam iki saniye önce kendi canına karşılık benimkini esir alacağını söylüyorken şimdi bana sakin olmamı söylüyordu ve bütün bu olanlar içinde yapmak istediğim tek şey çığlık atmaktı.
Gerçekten ellerimi kulaklarıma kapatıp damarlarımda akan o az kalmış gücün hepsini kullanarak hayatımdaki düğümleri çözecek bir çığlık atmak istiyordum. Belki de yapmalıydım. Yapmalı ve etrafta Arkan'ın adamlarından birinin olması ihtimalini değerlendirmeliydim. Ama yapmadım. Bunun nedeni yapamamış ya da yapmamayı seçmiş olmam değildi. Tek neden önümde duran pahalı ve tanıdık arabanın aralanan camından Serhat Baray'ın yeşil gözlerinin görünmesiydi.
" Arel arabaya bin. " Duyduğum tanıdık sesle birlikte her şeyin tamamen gerçek olduğunu kavrayan beynim bana daha fazla savaşmamı ve buradan kurtulup, hiçbir şey olmamış gibi büyük ihtimalle hala uyuyan sevdiğim adamın yanına girmemi söylüyordu.
Açılıp kapanan araba kapısı ve önümde beliriveren yeşil gözler beynimin kısa fakat etkili bir an için bütün düşüncelerden sıyrılmasını sağlamış ve kelimeler çoktan sınırlarımı yıkıp geçmişti.
" Arkan benim kardeşim Arel. Ben onunla büyüdüm. Çocukluğumun her karesinde ondan bir parça var ve o benim canımdan, kanımdan. Kendi canıma, kanıma zarar verecek bir şeyi asla yapmam. Anlıyor musun beni? Sana asla zarar gelmeyecek. Şerefim üzerine yemin ederim ki asla gelmeyecek. "
Serhat ellerini omuzlarımdan çeker ve duruşunu dikleştirirken derin bir nefesin ardından devam etmişti. " Şimdi lütfen bin arabaya. " Bu kibar ve altında asla bana bir seçenek sunmadığını haykıran emri yerine getireceğim, hemde böyle direnmeden, asla aklımın ucundan dahi geçmezdi, ama yaptım. Boğazımda düğümlenen onca itiraz ve soruyu yuttum ve sakin adımlarla, tıpkı samimi bir arkadaşımın arabasına biniyormuşum gibi bir rahatlık içinde arka koltuğa oturdum.
Beni nereye götürüyorlardı? Ne kadar zaman onlarla kalacaktım? Canım acıyacak mıydı ya da Serhat gerçekten güvenilir biri miydi? Hiçbirini bilmiyordum. Buna rağmen savaşmaktan yorulmuş bedenime beyaz bayrağı çektim ve yaklaşık yarım saat süren yol boyunca hiçbir şey düşünmeden öylece ellerime baktım.
Yol bittiğinde ve şehrin girişinde sakin bir yerde inşa edilmiş eve vardığımızda ise artık savaşacak bir şeyimin kalmadığının bilincindeydim. Her şey bitmişti, kalem fethedilmiş ve topraklarım ilhak edilmişti. Bütün bunlara karşı yaptığım tek şey ise askerlerimi geri çekip öylece sınırlarımın aşılmasını izlemek olmuştu.
Sınırlarımın tamamıyle aşılmasını izlemek ne kadar sürdü bilmiyordum. Geçmiş beynimin puslu taraflarına itilmiş gibiydi ve düşünebildiğim tek şey içinde bulunduğumuz andı. Etrafımdaki çam ağaçları, yüzümü ısıran soğuk rüzgar ve çimlerin üzerinde birikmiş kırağılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırağı ve Ateş
Fiction générale©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun için zamanım olsa, kalbinin her santimini tek tek fethederdim. Hiç doğmamış olmayı dilerdim senden ön...