Sarı arabanın köşeyi dönüp kaybolmasını izlerken damarlarımda dolaştığını hissettiğim tek duygu öfkeydi ve bu öfke karanlıktan yapılmış çift taraflı bir mızrak gibiydi. Ben kendi kontrolümde olan ucunu ona sapladıkça diğer ucu benim canımı yakmaktan çekinmiyor bütün iliklerimi arsenik kadar yakıcı bir acıyla dolduruyordu.
Kalçamı yasladığım duvardan ayırıp arka cebimdeki ezilmiş sigaralardan bir tanesini aldım. Bütün sinirlerim nikotin ihtiyacıyla avını görmüş tazı gibi titrerken sigarayı dudaklarımın arasına aldım ve deri ceketimin göğüs cebinden üzerinde egzotik işlemeler olan pahalı çakmağımı çıkardım.
Çakmağı yakıp dudaklarımın arasındaki sigarayı tutuştururken gözlerim kısılmış ve elimdeki çakmağın gümüş kaplamasına takılmıştı. Evet, benim için değerliydi ama bu değer ne parlak gümüş kaplama ile ne de üzerindeki göz kamaştırıcı egzotik işlemelerle alakalıydı.
İçinde bulunduğum anı bir bıçak gibi kesip beni gerçekliğimin ötesine, derin anıların kalbine doğru taşıyan gümüş kaplama ellerden kurtulmaya çalışarak sırtımı yasladığım duvardan doğruldum ve sigaramdan geriye kalanları tek bir nefeste içime çektim.
Ciğerlerim ağır dumanın etkisiyle yanarken dudaklarımı aralayarak dumanın sağ gözüme doğru kıvrımlı şekiller çizerek yükselmesine izin verdim.
Böyle olmak zorunda değildi. Bu kadar hırçın olmak zorunda değildim ama elimden başka türlü davranmak gelmiyordu.
Onu görmüştüm. Onu defalarca izlemiş ve her izleyişimde içinde bulunduğu ortama olan aidiyetsizliğini anlamamak için bir aptal olmam gerektiğini düşünmüştüm ve dolaylı olarak o bunu hala kavrayamamış olduğu için dünya üzerindeki en büyük aptallardan biriydi.
Kendi olamıyordu. Hiçbir zaman kendi gibi konuşamıyor, keni gibi gülemiyor ve kendi düşüncelerini söyleyemiyordu. Söyledikleri onların görüş açılarının kalıbına girmiş ve üzerinde düşünülüp değiştirilmiş kelimelerdi. En önemlisi ise hiçbiri onun değildi.
Bahse vardım ki onların yanında söylediği her şey için şöyle düşünüyordu ' Acaba böyle bir durumda onlar ne derlerdi? " ve bu oldukça sinir bozucuydu. Anlayamadığım bir nedenden dolayı da beni ona karşı hırçın olmaya itiyordu. İçten içe bir şeylerin farkına varmasını istiyordum ama yaptıklarım onun kalbini kırmaktan öteye geçemiyordu.
Ruhumdaki sıkıntıdan kurtulmak istercesine ciğerlerime doldurduğum temiz havayı dışarı üfledim ve elimde hala yanmakta olan sigarayı yere atarak ayağımla söndürdüm.
Yaptığım yanlıştı. Bunun farkındaydım ama açıkçası benim sikilmiş hayatımın yanında sikilmiş bir çevre umrumda değildi.
Ayağımla sigaranın iyice söndüğünden emin olduktan sonra ellerimi ceketimin cebine soktum ve sıkıntılı gözlerle karşımdaki eve bakmaya başladım.
Ne mutlu bana ki hayatımdaki tek sıkıntı kendi hayatını yaşamaktan aciz ufak tefek bir kız değildi. Daha yeni çıktığı bok batağının daha derinlerine doğru çekilmekte olan bir en yakın arkadaşım vardı ve ona birkaç yumruk atmadan kendime geleceğimi sanmıyordum.
Son kez eve ve beynimin gerilerindeki az önce çıkacak büyük kavganın canlandırmasına bakarak eve doğru yürümeye başladım. Vardığımda, çıkarken aralık bıraktığım kapıyı açarken kulaklarıma Arkan'ın garip bir sevinçle uğuldayan sesi dolmuştu.
" Tamam. Tamam Hemen çıkıyoruz. " diyordu telefondaki her kimse. Bunun Arel ile ilgili bir haber olabileceğini düşünerek adımlarımı hızlandırdım ve önümdeki köşeyi döndükten sonra görüş alanıma giren Arkan'a baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırağı ve Ateş
General Fiction©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun için zamanım olsa, kalbinin her santimini tek tek fethederdim. Hiç doğmamış olmayı dilerdim senden ön...