Aslında ölümün ne olduğu, hatta belkide insanoğlu için mutlulukların en büyüğü olup olmadığını kimse bilmiyor, yinede insanlar ölüm sanki kötülüklerin en büyüğüymüş gibi bundan korkuyor.
- Sokrates
Ellerimdeki kurumuş kan görüntüsü gözlerime aksettikçe bunun asla unutamayacağım bir manzara olduğunu bilmek beni gözlerimi kapamaya zorluyordu fakat beynim asla göz kapaklarıma bu emri vermiyor ve beni çekmekte olduğum acının her zerresini tekrar ve takrar tadmaya zorluyordu.
Ameliyathanenin önünde, hemen kapının sağında, yerde kollarını dizlerine sararak büzülmüş bedenim önümde koşarak mekik dokuyan hemşirelerin koridorda yankılanan ayak seslerinden ürküyor ve gördüğüm her beyaz kare beni kendi karanlığıma, o korkunç anlara dönmeye zorluyordu. Ne kadar kendimi soyutlamak istersem isteyeyim içinde bulunduğum kaos buna izin vermiyor ve şu an dahi silikleşmiş o dehşet anları gözlerimin önüne geliyordu.
Koşuyordum. Hatırladığım ilk kare koştuğumdu ve size yemin ederim dezenfektan kokan bu hastahane koridorunda kirli ve kana bulanmış bedenimle çöktüğüm bu köşede rüzgarı saçlarımda hissettim. Yüzümde beliren ve içinde endişelerimden parçalar taşıyan ter damlaları kurudu ve dudaklarım soğuktan çatlayarak pul pul oldu. Başardığımı düşündüm bir an ve sonra... Duydum.
Ses, karanlığı bölen ışıktan bir mızrak gibiydi gecemde.
Tek atış.
Sadece karanlığın şarkısının yankılandığı gecemde tek bir tok ses yankılandı yüreğimde. Aynı gökgürültüsü gibiydi ve sonra yağmur yağdı. Gökyüzünden, her şeyin temiz olduğu o yerden benim kirlettiğim dünyaya doğru inen damlalar sanki ellerimin katran karası izlerini temizlemeye çalışıyor gibiydi.
Başarı ise gökkuşağının diğer ucu kadar uzaktı.
İlk önce kalbim durdu, sonra beynim. Arkamda, görmek istemediğim o manzarandan kaçmak istercesine birkaç adım daha koştum ve sonra bütün diğer yaşamsal fonksiyonlarım gibi adımlarımda durdu.
Biliyordum, durmamalıydım. Arkan konuşlabilseydi bana kaçmaya devam etmemi, Demir'i bulana kadar koşmamı söylerdi. Tanrı biliyordu ya şu an koşmaya devam etmekten ve o sonum olacağını bildiğim manzaraya sırtımı dönmekten başka hiçbir şeyi istemiyordum fakat kaçamazdım. Bu kaçabileceğim bir şey değildi.
Onu kaybedebilirdim.
Belki de gözlerini dikmiş öylece sırtıma bakıyordu. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu belki de. Koşmaya devam etmemi ya da yanına gidip elini tutmamı istediğini.
Doğru olanın Demir'i bulmam gerektiği olduğunu bilsemde adımlarımı ileri gitmeye ikna edememiştim.
" Arel! "
Duyduğum ses sevdiğim adama aitti fakat gücü ve keskinliği mantığıma ters düşüyordu. O vurulmuştu. Arkan bile bedenine bir kurşun saplıyken bu kadar güçlü olamazdı.
" Bana dön güzelim. "
Başım gittikçe artan bir hızda sağa sola sallanırken terden alnıma yapışmış saçlarım hareler çizerek boynuma dolanıyor ve omuzlarımı dövüyordu.
Dudaklarımı aralayarak, çenemi titretecek bir güçle birbirine bastırdığım dişerimin arasından titrek bir nefes çektim ve hayır demeye çalıştım fakat kelimeler boğazıma karmaşık bir gemici düğümüyle bağlanmış gibiydi. Bir türlü yukarıya çıkıp sesimin ona hayat vermesine müsaade etmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırağı ve Ateş
General Fiction©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun için zamanım olsa, kalbinin her santimini tek tek fethederdim. Hiç doğmamış olmayı dilerdim senden ön...