Kimliklerimizi gösterdikten sonra Sınır Çizgisi kapısından da geçerek şehrin göbeğine adımımızı atmıştık ve evet, her ülke için ayrı bir kimliğim vardı.
Ve yine evet, her ülke için birden fazla sahte kimliğim vardı.
Süikastçi olduğun günlerden kalma bir şeydi.
Kade'nin arkadaşı olan William ise Sınır Ötesinde kalmıştı, çünkü görev yerini terk etmesi ağır bir suç sayılıyordu. Onların kısa vedasından sonra Sınır Çizgisine doğru yola koyulmuştuk. Bu krallığın Batı Krallığına oranla daha gelişmiş olduğu her yerinden belli oluyordu, ki en alt tabakadaki insanların bile belli bir saygınlığı vardı ve en soylusundan en fakirine kadar herkes birbirine saygılı davranıyordu. Tabi arada kendini gösteren bazı hatalı ürünler yok muydu? Tabiki de vardı. Her toplumda bir bozuk mal çıkıyordu maalesef.
Hava karardığı için sokak lambaları devreye girmiş ve tüm şehri aydınlatmaya başlamışlardı. Sokak lambalarının içinde parlayan büyü taşlarının işlevi tam olarak gündüz güneş ışığını depolamak ve gece de depoladığı ışığı yaymaktı. Bu sayede hem enerjiden tasarruf ediyorlar, hem de bir ihtiyacı karşılamış oluyorlardı.
Sınır Çizgisine yakın olan her bir kesim, başka bir kuruluşu ifade ediyordu ve eşit şekilde paylaştırılan bu topraklarda, ülkenin önde gelen ve Kraliyete bağlı olan kuruluşları yer alıyordu. Toplumun elit kesimi dediğimiz bu kısım, diğer ülkeler gibi sadece soylulardan oluşmuyordu. Buna avcı loncaları ve tüccarlar da dahildi.
Kısa bir yürüyüşün ardından Kade'le birlikte kalın ve yüksek duvarları olan ayrıca kapısının üzerinde de büyük harflerle "Evan Avcı Loncası" yazan bir kapıdan geçmiştik. Kapının yakınındaki birkaç görevliyle kısaca sohbet eden Kade, beni fazla bekletmeyerek ana binaya doğru yürümeye devam etmişti. Karanlık olmasına rağmen bahçeye koyulan birkaç lamba her yeri aydınlatıyor ve bahçenin güzelliğini öne çıkarıyordu. Yeşil çimenlerim üzerine yerleştirilen yürüyüş yolları dışında, düzenli olarak bakımı yapılan ağaçlar ve şekillendirilmiş çalılar göze çarpıyordu.
Ana binaya yaklaşırken buranın geniş bir mülk olduğunu fark etmiştim. Dört katlı olan bina, boyunun 5 katı olan bir genişliğe sahipti ve beyaz renginin yanında mavi pencereleri ve aynı renk çatısı ona asil bir hava katıyordu. Mavi ve altın işlemeli olan geniş kapıdan girer girmez, masa başında olan ve sekreter olduğunu düşündüğüm beyazı andıran uzunsarı saçlarını bir tokayla bağlamış ve sarımsı yeşil gözlerse sahip olan, ayrıca en fazla otuz yaşında görünen takım elbiseli bir adam karşılamıştı bizi.
"Stan." diye gülümseyerek uzun saçlı adama doğru yürümeye başlayan Kade ile birlikte, adam başını masadaki kağıtlardan kaldırarak bakışlarını Kade'ye çevirmişti.
Bir süre Kade'e bakan adamın gözleri birden şaşkınlıkla açılıp Kade'e bakmaya başlamıştı şokla. Elindeki kalem yere düşerken, Kade bana dönerek konuşmaya başlamıştı.
"Tanıştırayım, o Stanley ama kısaca Stan diyebilirsin. Kendisi annemin yakın bir arkadaşı, ve tahmin edersin ki o bir elf." dedikten sonra gülerek eklemişti. "Annemin yerini hiç aratmaz, ama ona anne dememden nefret ediyor." diyerek Stan'e dönen Kade, Stan'in şaşkın bir şekilde gözünden düşen yaşları görünce duraksamıştı. Stan ayağa kalkarak elini Kade'nin yüzüne koymuş ve sanki onun gerçek olduğuna inanamıyormuş gibi bir süre şaşkınlıkla onu izlemişti.
"K-Kade?" diyen Stanley'nin sesi oldukça kısık çıkmıştı. Kade'nin de bahsettiği gibi, ona anne demesini ne kadar absürt bulsam da haksız olmadığını görebiliyordum. Erkek olmasına rağmen bu kadar duygusal ve bağlı olan bu adam, tam anlamıyla bir anne gibi görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blind Warrior [Tamamlandı]
FantasyAna karakterin eğlence amaçlı çıktığı yolculukta karşılaştığı üç kişi ve bir ejderle birlikte işler çoktan karışmaya başlamıştı. Ana karakterin bir dilek hakkı karşılığında üzerine aldığı işin tüm sorumluluklarını taşımaya çalışması bir yana, üstüne...