Hissedilen ya da yaşanan çoğu şeyin gerçek olmadığını öğrendiğin an, iki seçeneğin vardır. Devam et ya da öl!
Aşk zayıflatıyor insanı. Omuzlarına bir yük bırakıp taşımanı bekliyor. Önce belin bükülüyor, sonra dayanamayıp yere düşüyorsun. O yükün altında kalıyorsun ve öleceğin günü bekliyorsun. Bzen yükünü hafifletiyor mutlu ediyor seni, bazense öyle bir yük ki kalbin paramparça oluyor. Dayanması çok güç ama ölünmüyor aşktan.
---------------
Bazı anlar her şey o kadar hızlı gelişir ki, ne olduğunu anlayamazsın. Gülmek ve ağlamak arasında arafta kalırsın. Ne seçeceğini, ne diyeceğini bilemezsin. Ne olacağı hakkında en ufak bir fikrin yoktur. Mantığınla hareket etmek gelse de içinden, kalbin rahat bırakmaz. İçini sıkar, nefes alamazsın. Doğru olduğunu düşünürsün ama yine de içindeki rahat bırakmaz.
Can'a İstanbul'a döneceğimi söylediğimde çok sevinmişti. Hatta şişesini -kendi tabiri ile karısını- yere atıp kırmıştı. O kadar çok sevinmişti ki, Ufuğa ilk kez ismi ile seslenmişti. Onun bu halleri beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Kendince rahatlamıştı. Çünkü kaçırmak zorunda kalmamıştı. Can baba gibi sahiplenmişti beni. Bu da çok duygulandırmıştı beni. Onu kaybetmek istemiyordum. Davranışları, dertleri ve duyguları o kadar sade ve yalındı ki.. Garip hissettiriyordu. Onun yanındayken kendimi kasmak zorunda kalmıyordum. Ağla dese ağlayabilecek konuma geliyordum. Onun yanında rahattım.
İstanbul'a uyuyarak giriş yapmanın üzüntüsünü taşıyordum hala. Çiçekli evime gelmiş olmanın sevinci olsa da, keşke uyanık olsaydım diye kızıyordum kendime. Can bununla çok dalga geçmişti. Ona da kızmıştım. İki hafta sonra gerçek anlamda dönmüştüm. Babam gelmeden önce bir kart vermişti. Her ne kadar inkar edip, istemesem de o gece ki olaydan sonra, üstüne gitmeyi istemiyordum. O yüzden kabul etmiştim. Çok kullanacağımı düşünmüyordum ama, para her yere lazımdı.
Tek şaşırdığım taraf ise, çiçeklerimin ölmemiş olmasıydı. Hepsi bıraktığım gibi canlıydılar. Susamamışlardı. Toprakları nemliydi. Benim yerime kim sulamıştı çok merak etmiştim. Umarım evime başkası girmemiştir. Düşüncesi bile çok kötüydü.
Valizimi gelir gelmez odama atmış ve giderken topladığım her şeyi eski yerine kurmuştum. Burayı özlemiştim. Hamağımı, çiçeklerimi, çanımı, odamı, İstanbul'u, etrafımdaki insanları, Dağra'yı.. Acaba geldiğimden haberi var mıydı çok merak ediyordum. Dağra genelde her şeyden haberi olan biriydi. Benim geldiğimi de duymamış olması şaşırtırdı. Onu özlemiştim. Ben yanına gitsem garip karşılar mıydı? Ne sebeple geldin der miydi? Alında o kadar da duygusuz değildi. Ama yokluğumda bir şeylerin değişmiş olmasından korkuyordum. Beni unutmuş olmasından, kolyeyi çıkarmış olmasından ve daha nicesinden.. Şu an yeni bir parça çıkarmaya hazırlanıyorlardı. Yanına gidersem rahatsız etmiş olur muydum?
Yemek yiyip her şeyi yerine koyduktan sonra dışarı çıkmaya karar verdim. Evdeki eksikleri almak için markete gittim. Mutfak için birkaç şeyler aldıktan sonra onları eve bıraktım ve Can ile buluştum. Manyak yine sarhoştu. Sabah erkenden uçaktan inince ayrılmıştık. Dediğine göre gidince direk uyumuştu. Adamın tek işi uyumak ve içmek arada da konser vermekti.
"Can, hayranların senden şarkı bekliyor. Çıkarsana bir parça?"
"İlham gelmiyor amına koyayım." Kafamla onayladım. Şu sıralar Can ile herkesten, her şeyden daha fazla vakit geçirir olmuştum. Bunun farkındaydım ama ne yapabilirdim ki? Kimsem yoktu. Arkadaşlarım yoktu. Ailem uzaktaydı, sevdiğim adam daha duygularımı bilmiyordu. Yine Can'a kalmıştım. Çok garip bir duyguydu. Bir an da bütün hayatının değişmesi. Her günüm programlıyken, şimdi dışarıda ne yapacağımı bilemez durumdaydım. Hepsi annemin yüzündendi. Bir anda gelip hayatımı mahvetmişti. Gelirken bile sorun çıkarmıştı. Hasta olduğuna emindim ama kanıtlayamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAĞRA (TAMAMLANDI)
FanfictionGeçmişin oyunları ile kirlenen iki aile, geleceğin getirdikleri ile tekrar bir araya gelir. Kader, iki tarafı da yakıp yıkarken, o yangından bir aşk doğar.. Üniversite öğrencisi Ayla, küçükken hayalleri için İstanbul'a okumaya gelir. Okuduğu ilk...