"Sen niye buradasın?" dedim, şaşkınlığımdan kurtulmaya çalıştım. Işığı açtım. Gözleri kamaştı. Ve ışığın altında darmaduman olmuş gibi olduğunu daha net gördüm. Gözleri mosmor ve şiş, saçları birbirine karışmıştı. Ayakta da zor duruyordu. Ama sormadım. Neden bu hâlde olduğunu. Mecalim de yoktu zaten sormaya. Sorsam da cevap vereceğini düşünmüyordum.
Yavaş adımlarla salona, ona doğru ilerledim.
"Seni bekliyordum." dedi kısık sesle. Zorlanıyor gibi konuşuyordu.
"Neden?" Bir adım daha attım.
"Konuşmak için."
"Nasıl girdin eve?" dedim temkinlice yaklaşarak.
Elindeki anahtarları salladı. Kaşlarımı çattım. Kim vermişti ki?
Anahtara uzanıp elinden almak için hamle yapınca elini geri çekti, alçılı kolunu beni kendinden uzak tutmak için aramıza koydu.
"Nerden aldın sen onu?" dedim hâlâ elindeki anahtara bakarken. Babamın anahtarına da benzemiyordu.
Ve anahtara kendimi o kadar çok vermişim ki neredeyse elindeki eklem yerlerinin kanamamak için zor durduğunu ve kıpkırmızı olduğunu fark etmeyecektim. Elini hızla arkasına sakladı.
"Sen benim sevgilimsin ya hani?" dediğinde geri adım attım. Uzaklaştım.
"Değilim. Unut onu." dedim başımı sallayarak.
"Aa doğru diyorsun bak! Zaten randevulara çıkmaya başlamışsın ya!"
"Randevu değildi." dedim ve gözlerimi devirdim.
Şimdi gerçekten bunu tartışmak için mi geldin Kerem?
İnat etmeye devam etti. Randevu olduğuna beni de inandırmak istiyordu, kendi gibi, en azından ağzımdan duymak onu rahatlatacaktı. Ama hayır, bunu ona vermeyeceğim.
"Şu hareketleri keser misin?" deyince yüzünden belli belirsiz bir ifade geçti hızla. Ve yerini asık surata bıraktı.
Kerem koltuklardan birine geçip oturunca ben de yukarı çıkıp ellerimi yıkadım, odama gidip üzerime pijamalarımı giydim. Geri döndüğümde gitmiş olmasını isterdim tabii ki ama elbette hâlâ buradaydı.
"Niye yapıyorsun bana bunu?" dedi ben karşısına geçip oturacakken.
Anlamayarak sordum.
"Neyi?"
Derin bir nefes aldı. Kafasını geriye attı ve tavanı izledi bir müddet.
"Neden beni..." dedi ve devamını getiremedi. Kim bilir kafasında neler dönüyordu? Ama umrumda değil. Onun benim düşüncelerimi önemsemediği gibi ben de onu önemsemeyecektim artık. Buraya geleli neredeyse 2 ay geçmişti ama biz hâlâ birbirimizi yiyorduk. Neden beni bırakıp gittiğini sormak istiyordum ama soramıyordum da. Böyle bir şey sormak bencilceydi. Ama bir yanım da gerçekliğini kabul ediyordu. Hiç bana sormamıştı bile. Gittikten sonra neler yaptığımı da. Beni burada yalnız bırakmışlardı. Gerçi hoş, bunu ben de zamanla kabullenmiş ve kafamı toplayarak kendime avantaj olarak kullanmıştım. Ders çalışmak gibi. Kitapların dünyasına atılmak gibi. Ama bu onların yokluğunu doldurmuyordu. Sadece Kerem değil, Ege ve Gamze de. Serdar'ı yine de biraz olsun ayrı tutabilirdim çünkü onunla en kötü 2 haftada bir konuşuyorduk, konu ders olsa bile. Zaten dersten başka konuşabileceğimiz bir şey de kalmamıştı. Tüm arkadaşlarımız gitmişti bir yerlere.
"Kerem yarın konuşsak? Çok yorgunum. " dedim uzun bir sessizlikten sonra. Biraz kırıcıyım evet, biliyorum. Ama yapabileceğim bir şey yok. Onun kafasında ne kadar düşünce varsa 10 katı bende var. Ve kafamdaki sesler susmak bilmiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kıyımızdaki Dalgalar
RomanceBelki de tüm yaşananları unutmak... Kendini bir şeye kaptırıp hayatını mahvetmek... Hayır, bu yolu tercih edenlerin sonunu görmüştüm. Bu yolu seçemeyeceğimi biliyordum. Devam etmem gerekiyordu. Nehir'in serüvenine hazır mısınız? Kemerleri bağlayın...