- 94. Şans Oyunu -

12 2 13
                                    

Sevgililer günü partimizin üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti. İşe başlamıştık. Oğuz'un da izni bitmiş, o da işine devam ediyordu. Akşamları ölecek kadar yorgun da olsak beraber yemek hazırlıyor, keyfini çıkara çıkara yiyorduk. Yemek hazırlamak işten daha yorucu değildi ama öyle bir hissiyatı vardı. Fakat Oğuz'la yapınca hiçbir yoruculuğu kalmıyordu.

O gün, cuma günü iş çıkışında Oğuz'un ofisine gidecektim. Sayın mühendisimizin işleri bu aralar fazlasıyla yoğundu. Bilgisayar mühendisi olmak da kolay değildi sonuçta.

Utku'yla aynı arabayla çıktık. Önce onu eve bıraktık ve sonrasında ben şoförle Oğuz'un çalıştığı şirket binasına gittim. İnerken teşekkür edip iyi akşamlar diledim. Üzerimdeki resmî ceket ve eteği düzeltip içeri girdim.

"Merhaba, Oğuz Bey'in odasını soracaktım." dedim danışmadaki kadına. Haber vereceğini söyleyince sürpriz olacağını söyledim. Olumlu yanıt aldığımda gülümsedim ve teşekkür ettim. Asansörle Oğuz'un odasına çıktım.

Şeffaf camların buzlanmasıyla görüntüleri bulanıklaştıran bir görüntüye sahipti odaların kapısı. Oğuz'un odasına kapıyı hafifçe tıklayarak girdiğimde içeride görmek istediğim son görüntüler vardı.



***



Oğuz ve bir kadını üzerine bir kadın eğilmiş bir hâlde yakalamıştım!

O an oradan nasıl kaçtığımı hatırlamıyorum bile. Gözyaşlarım yuvalarından çıkmak için akın ederken direndim. Zayıflığımı ortaya çıkarmayacaktım. Daha fazla olmazdı. Zaten eskileri hayatıma alarak bir hata yapmıştım. Her şey o yüzden olmuştu.

Ya da ben... ben çok yanlış düşünüyordum.

Tüm bunlar eskiyi kapatmaya çalıştığım için oluyordu. Hiçbir şeyi halletmeden üzerini çizmeye, eski defterleri kapatmaya çalışmıştım ve elbette bir yerlerde patlak veriyordu. Ege'den o yüzden kurtulamamıştım.

Zihnimdeki görüntüler dağılsın diye bunları düşündüğüme inanamıyordum. Resmen zihnimin içinde kaybolmuştum. Işıkları kapatmışlar ve beni buraya hapsetmişlerdi. Sorunları halletmeden çıkamayacağımı söylüyordu bir ses.

Asansörden inecekken karşıma Oğuz çıktı. 4 katı nasıl bu kadar hızlı inebildiğine şaşırmıştım doğrusu. Belki de sevdiği kadın (!) onu yanlış anda yakaladığı için 4 kat ona hiçbir şey gelmişti. Kim bilir?

"Nehir, dinler misin bitanem?"

Önüme geçince yüzüne bile bakmadan diğer tarafa adımımı attım. Eve nasıl gidecektim, hiçbir planım yoktu. Buraya gelirken Oğuz'la güle oynaşa eve gideceğimizi düşünüyordum. Şimdiyse ondan nasıl kaçacağımı...

Tekrar önüme geçip kollarını açtığında onu ittim.

"Dinler misin lütfen? Gördüğün gibi değil."

"Açıklamanı istemiyorum." dedim sakin bir sesle. İçimde ne fırtınalar kopuyordu ama  sesime asla yansımıyordu. Onun yüzüne bile bakamıyorken o bana nasıl hâlâ kendini savunabileceğini düşünüyordu?

"Senin hakkında düşündüğüm her şey boşunaymış." dedim belli belirsiz bir sesle. Önümden çekilmesini bekledim ama hareket bile etmiyordu.

"O gördüğün Ege'nin kardeşiydi." dedi, hâlâ açıklama peşindeydi. Benim istemediğim açıklama... Bir de açıkşamaya çalışırken daha da batırması yok muydu?

"Daha güzel, daha güzel!" dedim iğneleyici bir tonla. Bu kez sesim yüksek çıkmıştı. Yüzüne bakamamamın sebebini anlamıştım. Eve gelene kadar ona süre tanır, olayları gözden geçirir ve kendimi bunu yapmadığına dair ikna edeceğime inanmamdı; sebep buydu. Ama derin bie iç çekip gözlerimi gözlerine çevirdim. Kimi kandırıyordum ki?

Kıyımızdaki DalgalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin