"Selam gençler! Günaydın." diyip sınıfa girdim.
"Günaydın Nehir!"
"Ooo, Günaydın Nehir!"
"Ohaa, kanka ayakkabıların yeni mi?" diye üstüme atlayan bir adet canım arkadaşçığım.
"Yoo, yıkandı sadece kanka." dedim ayağımdaki sade lacivert ayakkabıma bakarken.
"Ohaa! Çok güzelmiş ya!" dedi, sanki dünyadaki en güzel ayakkabıyı görmüş gibi abartarak.
Elimdeki kitapları sırama koydum ve çantamı sıraya atıp dersin ne olduğunu sordum.
"Din!" diye bağırarak sınıfa giren bir adet Yeliz'le karşılaşınca yüzüne bile bakmadan dolabıma yöneldim. Niye bağırıyordu ki yani?
Yeliz diyince aklima yelloz geliyordu ve evet, tam bir yellozdu zaten. Kankalarımla ona yelloz diye hitap etmeyi çok seviyorum.
Dolabıma giderken zeki çocuk Emir'i gördüm. Belki de okulumuzdaki en zeki çocuk Emir'di. Yok, yok! Belki de değil! Kesinlikle Emir'di.
Ama çocuğu o kadar çok kıskanan arkadaşlarım vardı ki çocuğu yerden yere vurup, böcek gibi görüyorlardı. İlk başlarda şaka olduğunu zannedip ben de onunla biraz takılmıştım. Ama bu kadarı da...
Çocuk sınavlarda çok başarılı ve öğretmenlerin gözde öğrencisi diye onun en ufak açığını yakalayıp zeki olmadığını kanıtlamaya çalışan sürüyle bir ordu vardı. Bunların farkına vardığım için artık ona destek olup başkalarından korumaya çalışıyordum.
Çocuk iyi biriydi. Tam kafadan. Zeki olması önemli değil. Bizim sınıfımızdaki çoğu kişi zeki zaten. İşin sırrı, çalışmak.
Çocuk çalışıyor da yapıyor. Diğerleri... Hiç! Çalışsalar onlar da yaparlar ama çalışmıyorlar işte. Bazen kendilerini haklı çıkarmak için de 'Ben çok çalışıyorum ama olmuyor. Bence hocalar puan ekliyor' diye yalan söylüyorlar.
"Oooo, kanka! Günaydın!!!" diye bağırarak Emir'in omzuna hafifçe vurdum.
Dolabından kitap çıkarmaya çalışıyordu. Ama o kadar dağınık bir dolaba sahipti ki..!
Arkasına dönüp bana "Oo, Günaydın!" diyip el sallamaya çalışırken eliyle düşmemesi için tuttuğu tüm kitaplar üstüne düşüverdi.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken koridordan geçen herkesin Emir'e baktığını gördüm.
Okulumuzun zeki çocuğu daha fazla rezil olmasın diye hemen yanına gidip eşyalarını üzerinden çektim ve kalkabilmesi için elimi uzattım.
"Ahh Nehir, rezil ettin beni!!!" demesi üzerine kıkırdadım.
"Hadi, hadi! Daha fazla rezillik istemiyosan konuşma da kalk!" dedim.
Elimi tuttuğu anda hızla çektim ve yere yapışmış bedenini yerden kurtardım.
Kalktığında elimi çekip kitaplarını üst üste düzenledim ve kaldırıp Emir'e verdim.
"Teşekkür ederim. Ders din mi?"
"Rica ederim. Aynen, yine bir din dersi!" dedim ve yerde kalan son fotokopileri de almak için eğildim.
Eğildiğim sırada ayakkabısından kim olduğunu anlayabildiğim sinir bozucu iğrenç kişilik kulağıma eğilip fısıldadı :
"Yeni sevgilinle de çok yakışıyorsunuz bakıyorum."
Öfkeyle elime aldığım kağıtları sıkıp ayağa kalktım. Yüzüne baktığımda piç gibi gülümsüyordu.
"Sağ ol, senin gibi salak sapığın de seni izliyo bak!" diyerek 9-B sınıfının kapısında dikilip salak Tayfun'u dikizleyen Seda'yı kaşımla işaret ettim.
Kafasını çevirip kıza baktığında kızın bağıra bağıra, sevinç çığlıkları içinde sınıfa girmesini izledik. Tayfun ona baktı diye seviniyordu zavallım. Halbuki bilmiyordu ki Tayfun denen malın ne kadar iğrenç birisi olduğunu...
Dediklerime ve kanıtlarıma bozulan Tayfun'un yüzündeki gülümsemeden eser bırakmayıp burnundan soluyarak sınıfına doğru yol aldı.
"Az önce... Noldu orda?" diye soran Emir'e dönüp ders notları tuttuğu kağıtlarını ona uzattım ve gülümseyerek "Bir şey yok." dedim.
Elimdeki kağıtları aldığında birkaç dolap ötede duran dolabıma yaklaşıp anahtarımı cebimden çıkardım. Dolabımdan 'Din' kitapları ve defterini aldım ve o müthiş(!) melodisiyle dersin başladığını haber veren zili duymamla sınıfa koşmam bir oldu.
Sınıfa girdiğimde herkes telefonlarını kaldırıp sırasına geçiyordu.
"Nehir, dersi kaynatıyoz mu gene kankaaağ?" diye bağıran Onur'a çapkınca bir gülüş atıp "Elbette!" diyerek yanıt verdim.
Tüm sınıf, bizim saçma sorularımızla dersin kaynayacağını anlayınca bıkkınlıkla oflayıp yerlerine oturdu.
Eee, napalım? Bizim sınıfımız inek bir sınıf olduğu için Din dersine bile çok önem veriyor!!!
Onların bu tepkisine sinirlenip ayağa kalktım ve yüksek sesle konuşmaya başladım :
"Allah aşkına, hocanın anlattığı dersten kim ne anlıyo? Hocaya biri bir soru soruyo, hoca taa Eski Yunan Mitolojisi'ne kadar çekiyo konuyu. Ne anlamışız biz bu dersten! Hangimiz sınavlarda dine hiç çalışmayıp, hocanın anlattıklarıyla(!) full çıkardı dini? Bence boşuna yormayın kendinizi! Hocanın bir şey anlattığı yok, biz de anlamıyoruz işte!"
Dediklerim üzerine sınıftan kocaman bir alkış koptu. Bazıları "Nehir!!! (Şak, şak, şak) Nehir!.." diyerek tezahürat etmeye başlayınca tüm sınıf buna ortak oldu. Koridordan geçenler bizim sınıfa 'napıyo bu mallar?' bakışı atıp giderken birden Din hocasını kapının önünde bize şaşkın bakışlar atarken gördük.
Arkasında da müdür yardımcısı 'Birazdan hepinizi yiyeceğim' der gibi sinirle bakıp yalandan gülümsüyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kıyımızdaki Dalgalar
RomanceBelki de tüm yaşananları unutmak... Kendini bir şeye kaptırıp hayatını mahvetmek... Hayır, bu yolu tercih edenlerin sonunu görmüştüm. Bu yolu seçemeyeceğimi biliyordum. Devam etmem gerekiyordu. Nehir'in serüvenine hazır mısınız? Kemerleri bağlayın...