Değerli Arkadaşlar, 1 Mart Pazar günü Manolya ve Fatma'yı imzalamak üzere saat 12.00-14.00 arasında, CNR Expo da Parola Yayınlarının 5. Salon, Ö 10 standında olacağım. Sizlerle tanışmaktan mutluluk duyacağım. Ancak ayın 28. De İbrahim Karahan, 7ve 8. de sevgili kızlarım Müjde Aklanoğlu, Esra Yıldız, Rukiye Kayaaslan, Sena Yağmur Yalçın da aynı stand'da imza verecekler. Bilginize. Hepinize sevgiler diyerek, sizleri Manolya'nın 19. Bölümü ile başbaşa bırakıyorum.
Manolya- Bölüm19
Hayat normale dönünce kızların idmanları yeniden başladı. Bu arada Ekrem ve Sevda oldukça samimi oldular, artık her dertlerini paylaşan birer dost olmuşlardı. Bir gün Sevda ona takımdan Ahmet'ten hoşlandığını söyleyince, Ekrem kızın istekliliğini çaktırmadan arka- daşına Sevda hakkındaki düşüncelerini sordu. Ahmet de ondan hoşlandığını belirtince, onu kızların idmanına götürerek arkadaş olmaları için ilk adımı atmış oldu. Kısa bir süre sonra da çıkmaya başladılar. Onun bu davranışı, Sevda'nın ona karşı sevgi ve güveninin artmasını sağladı.
Okul kazasız belasız bitti. Yani ikmal yoktu. Geçen yıl iki dersten ikmale kalan ve bütün yaz sezonunda ders çalışmak zorunda kalan Ekrem için bu iyi bir yaz demekti. Hele öğretmen olan annesinin teyzesinin kızı Sevim ablasının, İskenderun'un sayfiye yeri olan Arsuz'daki okulun bir odasının kendisine tahsis edildiğini, ancak eşinin annesinin yanına bir aylığına Batman'a gideceği için, isterlerse bir ay süresince Arsuz'daki okulda kalabileceklerini söylemesi onlar için piyango gibi oldu. Sevimler yazlığa zaten bütün eşyalarını götürmüşlerdi. Onlara sadece yatak ve yastık örtüsü ile giysi götürmek kalmıştı. Ekrem'in annesi de bu işe çok sevinmişti. Zira maddi yetersizlikten, çok istemesine rağmen oğlunu böyle bir tatile götürememişti. Dikiş müşterilerine her hafta Salı günleri geleceğini söyleyerek, dikiş makinesini de Arsuz'a götürüp iş kaybını önlemiş oldu.
Arsuz, Arsuz Deresi'nin kenarına denize sıfır kurulmuş şirin bir köydü. Köy, derenin iki yakasını birleştiren taş bir köprüyü geçtikten sonra başlar. Burası, Büyük İskender döneminde liman olarak kullanılmış bir yerdi. Zaten bunun izlerini denizin yaklaşık birkaç yüz metre ilerisinde bulunan denizin yıprattığı antik liman kalıntılarından anlamak mümkündür. Bu derede kefal, levrek, yılanbalığı, karidesin küçüğü olan teke gibi canlılaryaşıyordu. Dere ile denizin birleştiği noktada tatilciler, geceleri pompalı lüks ışığında bir yandan içkilerini içer, bir yandan balıklarını avlarlardı.
Daha önce de burada birkaç kez kısa süreli tatil yapan Ekrem, bu şirin köyü çok severdi. Köy köprünün bir tarafında kurulmuştu ve diğer tarafında sadece Koç Ailesi'ne ait olduğu söylenen ve kullanılmayan ama bakımlı, iskeleli bir villa ile dereye birkaç kilometre uzaktaki Devlet Demir Yolları Kampı vardı. Bunların dışında tek bir baraka bile yoktu derenin öteki yanında. Ekrem sabahları bu sakin yolda koşarak, Gülcihan sahil beldesine kadar gider, sonra geri dönerdi.
O dönemlerde öğretmenlere tatil olanağı sağlanması amaçlanarak, yazlık yerdeki okulların sınıflarındaki sıralar boşaltılarak kura ile belirlenmiş öğretmenlere bir yaz dönemi tatillerini geçirmek için verilirdi. Bu nedenle beş derslikli okulun beş misafir ailesi vardı. Öğretmenler uyumlu ve olgun insanlar olduklarından ortak kullanılan mutfakta sorun çıkmazdı. Tam aksine hanımlar ve eşleri birbirlerine yardım edebilmek için adeta yarışırlardı. Genellikle erkekler anlaşarak, ortak olarak et ya da balık alarak toplu mangal sefaları yaparlardı. Tavuk çok kıymetli olduğundan pek yenmezdi. Erkenci öğretmenler sabah erkenden kalkarak balıkçıları karşılar, onlar- dan ucuz balık alarak akşama hazırlık yaparlardı.
Ekrem, akşamları toplu olarak yenen bu sohbetli yemekleri çok seviyordu. Herkes seviyeli bir şekilde ya ülke ya da şahsi konularda konuşur, birbirlerinin fikirlerine saygıyı ihmal etmeden, birkaç kadeh eşliğinde soh- bet ederlerdi. Yemeğin sonunda kadınlar kahve yapar, Ekrem'in de içinde olduğu gençler de izin isteyerek Arsuz Deresi'nin kenarından köprüye kadar giderek orada balık tutanları izlerlerdi. Daha sonra da okula dönerek, hâlâ sohbet eden büyüklerine iyi geceler diyerek yataklarına giderlerdi.
Ekrem, bu geceki turlarından deredeki levrek ve yılanbalıklarının en sevdiği yemin küçük karides olduğunu öğrenmişti. Ahmet Öğretmenin oğlu Faruk ile birlikte karides avı için dereye gidip sepetle karides avlıyorlardı. Ekrem'in bulduğu sistem basitti. İki arkadaş derenin sazlık olan yerine gidiyor, Faruk sepeti akıntının altında sazlara yakın tutarak bekliyordu. Bu sırada Ekrem akıntının üst tarafından sazlara bir sopayla hafifçe vuruyordu. Bu darbelerden korkan karidesler, kendilerini suya bırakınca akıntı ile kendilerini Faruk'un tuttuğu sepette buluyorlardı. Bu karidesler Ekrem'in beline bağlı olan üzeri küçük deliklerle dolu Vita kutusuna konuyordu. Yeteri kadar karides avladıklarını düşündüklerinde ise, karideslerin yaşamasını sağlamak için deliksiz bir tenekeye koyarak, köprü ya da derenin denizle birleştiği yere gidiyorlardı. Önceleri biraz acemilik çektikten sonra yemlerinin cazibesinin etkisi ile iki arkadaş her gün onlarca balık tutmaya başladılar. Ekrem özellikle yılan balığının tadını çok beğeniyordu. Hele oradaki balık tutanlardan birinin bu balıkların üremek için Meksika Körfezi'ne gittiğini söylemesinden sonra onlara ilgisi daha da arttı. Okuldaki tatilciler balıklardan sıkılınca bu Ekrem için iyi bir fırsat oldu. Tuttuğu balıkları derenin tek çay bahçesi ve lokantası olan Yazar Aile Çay Bahçesi'ne satmaya başladı.
Bu iş kısa sürede Ekrem'in beklediğinden çok daha büyük kazanç getirmeye başlayınca, tatil Ekrem için ka- zanç kapısı halini aldı. Faruk ikmale kalmış olduğundan, babası Öğretmen Ahmet Bey tarafından sıkı markaj altındaydı. Bu da Ekrem'in kazancı kimseyle paylaşmaması anlamına geliyordu. Annesi de bu işe sevinmişti. Oğluna yetersiz harçlık verdiğini biliyordu. Hiç olmazsa kazandığı bu paralar onun okul zamanı daha rahat bir şekilde para harcamasını sağlardı. Oğlunun tek kuruşuna dokunmadan kendisine verdiği paraları, dikiş makinesinin çekmecesinin en arkasına saklıyordu.
Ekrem'in günleri gerçekten çok keyifli geçiyordu. İkmale kalmanın ona neler kaybettirdiğini daha iyi anlamıştı ve bundan sonra derslerin ona engel olmaması için dersi derste öğrenmeye karar verdi. Zira çok meşguldü ve ders çalışmaya fazla vakti olmuyordu. Parası olduğundan annesinden para istemeden İskenderun'a gidip gelmesi daha da kolaylaşmıştı. Annesi salı günleri İskenderun'a gittiğinden, o da çarşamba günleri gidip Süheyla ile buluşarak evde sohbet ediyor, müzik dinliyor ve sevişiyorlardı.
Onun balık tutkusunu öğrenen tatilci Suat Öğretmen, köydeki balıkçılardan biriyle çıkacağı gece balık avı için Ekrem'i davet etti. Annesinden izin alan Ekrem, heyecanla kendine göre yiyecek ve kalın giysiler alarak, balıkçının teknesine gitti. Öğleden sonra başlayan ve pancar motorun tok sesi ile saatler süren yolculuktan sonra neredeyse Suriye karasularına yakın bir yerde balıkçı motoru kapattı. Saatlerce alıştıkları gürültülü sesin kesilmesi ile kayıktakiler kendilerini sanki sessiz bir dünyaya gelmiş gibi hissettiler. Balıkçı önce bir şeyler yemeleri gerektiğini ve ihtiyaçlarını gidermelerini söyledi. Ekmek arası bir şeyler yedikten ve küçük su ihtiya- cını bir konserve kutusunda giderdikten sonra, balıkçının kerterizini kontrol edip çapayı denize attıktan sonra yine onun kestiği yemi, yıpranmış büyük bir mantara sarılı misinanın ucundaki iri iğnelere takarak denize salladılar.
44
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya
RomanceO, inanılmaz bir aşkın, inanılmaz başrol oyuncusuydu ve Manolya bize bu kitapta aşkın ne olduğunu hüzünle öğretiyor...