Manolya Bölüm-17
Sayılı günler çabuk geçti ve takım lisenin önünden tüm öğrenciler tarafından görkemli bir şekilde uğurlandı. Otobüste herkes heyecanlı ve gururluydu. Ciddi bir havada geçen birkaç saatlik yolculuktan sonra Mersin'e vardılar. İkinci sınıf bir otele yerleşmiş olsalar bile hep- si hayatlarından çok memnunlardı. Hepsi ilk kez yatılı deplasmana geliyorlardı. Şimdi ünlü sporcuların dene- yimlerini yaşama fırsatı elde edeceklerdi. Otelleri fazla kaliteli değildi, ama bu kimsenin umurunda değildi. Hele otellerine yerleşip, koçun izniyle şehir turuna çıktıklarında hepsinin ayakları yerden kesildi. Üzerlerinde tek tip eşofmanlar olduğundan, geçtikleri her yerde ilgi görüyorlardı. Eşofmanın üzerindeki İskenderun Lisesi yazısını gören ve İskenderunlu olan ya da olmayan onlarca kişi onları durdurarak desteklediklerini söyledik- lerinde takım zevkten uçuyordu. Ekrem o gece kararını verdi, mutlaka ünlü bir sporcu olacaktı. Ama bu karar sadece ona ait değildi, akşam hemen hemen tüm takım aynı düşünce ile yataklarındaydı.
Ertesi gün salonda saatleri geldiğinde idman yaptılar, idmanları diğer takımlar da izlediğinden sadece ısınma ve top sürme çalışmaları ile yetindiler. Koçları akşam yemeğinden sonra otelin küçük bir salonunda taktik vererek onları ertesi günkü maça hazırladı. Diğer takımlarla yaptıkları konuşmalarda Tarsus Amerikan Koleji ile kendilerinin favori oldukları şeklindeki söylentiler onları daha heyecanlandırdı ve mutlu etti.
İlk iki maçını rahat kazandılar. Artık kendilerinden daha emindiler. Çeyrek finalde rakipleri Tarsus Amerikan Koleji'ydi. Daha önce bir maçını izledikleri rakiplerinin iyi bir takım olduğunu biliyorlardı. Ama iyi bir başlangıçla onları yenebileceklerini düşünüyorlardı. Ne yazık ki, çeyrek final maçı tam bir hezimet oldu. Rakipleri, onların en etkili rakip olduğunu bildikleri için, onların seyrettikleri maçta daha etkisiz oynayarak, Ekremlerin kendileri hakkında yanlış düşünceye sahip olmalarını sağlamışlardı. Maç bittiğinde fark neredeyse iki katıydı ve rakip onları eze eze yenmişti. Tüm takım, kendilerinin basketbol oynayamadığı düşüncesindeydi. Sadece oynadıklarını sanıyorlardı. Basketbolu oynayan rakipleriydi. Koç bu demoralize takımın moralini düzeltmek için hiçbir şey söylemedi. Sadece, ne olursa olsun onlarla gurur duyduğunu söylemekle yetindi.
Dönüş yolunda herkes sessizce etrafı seyrediyordu. İlk gün büyük sporcu olacaklarını düşünenlerin hemen hepsi bu fikri akıllarından silmişti. Bir kişi hariç, Ekrem. O, o gece hiç uyumadan sürekli düşünmüştü. Onlar bu kadar iyi oynayabiliyorsa o da oynayabilirdi. Tüm yol boyunca sürekli olarak düşündü ve seneye bu takımı yeneceklerine kendi kendine söz verdi.
Okulun önünde duran minibüsten inen herkes, sessizce birbirine veda ederek evlerinin yolunu tutarken, Ekrem eskiden oturdukları evin yolunu tuttu. Sokağa vardığında büyük balkonu olan bir eve yöneldi ve merdivenleri çıkarak, evin kapısını çaldı. Kapıyı orta yaşlı bir bayan açtı.
"Ekrem! Bu ne güzel sürpriz, içeri gel yavrum." "Merhaba, Jale teyze Esin abla evde mi?"
"Tabii, gel"
İçeriye girdi. Elindeki çantayı bir kenara bırakıp, ayakkabılarını çıkarttı. Sonra da bir terlik giyerek salona girdi. O sırada bir odadan, bal rengi gözleri ve açık kumral saçları olan yirmi beş yaşlarında çok güzel bir kız çıktı.
"Oooo! Mahallenin yakışıklısı gelmiş, ben de buradan taşınınca Ekrem kardeşi Esin ablasını unuttu galiba diye düşünüyordum."
"Esin abla, sen unutulacak biri misin? Hele ben seni nasıl unuturum? Sen benim ilk aşkımsın" diyerek kendisine sarılarak öpen genç kıza karşılık verdi.
Esin, İskenderun'daki Tuslog Amerikan Üssü'nde çalışıyordu. Mükemmel bir İngilizcesi vardı. Ekrem onu gerçekten unutamazdı. Çünkü o dönem Türkiye'de çok az kişiye kısmet olmuş ilk kutu kolayı Esin ablası vermişti ona. Ayrıca küçükken Esin'in yurt dışından getirtip, sürdüğü losyonların kokusu Ekrem'in hâlâ burnundaydı. Kısa bir sohbetten sonra Esin ablasından bazı isteklerde bulundu. Genç kız bunları memnuniyetle kabul etti ve bir hafta sonra uğramasını söyledi. Ekrem spor çantası elinde evin yolunu tutarken, artık Tarsus Amerikan yenilgisi içini eskisi kadar acıtmıyordu.
Ertesi gün okulda hüzün vardı. Hemen herkes sporcuları teskin etmeye çalışıyordu. Sporcular da fazla konuşmak istemiyor, sadece rakibin güçlü olduğunu söylemekle yetiniyorlardı. İçlerinde sadece Ekrem çok çalışırlarsa rakibi yenebileceklerini söylüyordu. Takım arkadaşları konuşmalarını anlamsız buluyor ve onu ilk kez böyle hırslı ve iddialı görüyorlardı. Aslında böyle konuşmasının nedeni Ekrem'in içindeki fırtınaydı. Bu ezici yenilgi onun gururunu incitmiş, kendini çok küçük hissetmesine neden olmuştu. Demek ki daha yemesi gereken birkaç fırın ekmek vardı. Hâlbuki o kendisini bir şey zannediyordu. Bu maç onun ne olduğunu göstermişti. Maçtan sonra en iyi "İkinci Beş" arasında olduğunu öğrenmesi bile bu duygularını değiştirmedi. Bu yenilgi Ekrem'in yaşamında çok büyük değişiklikler yarattı ve onun yetenek kadar çalışmanın da gerekli olduğunu kafasının en derin yerine kazımasına neden oldu. Çalışmadan hiçbir şey yapılamazdı.
37
Not: kitaba daha hakim olmanız için birkaç bölümü flashbacksiz yayınlama kararı aldım. İlk uygulaması bu bölümde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya
RomanceO, inanılmaz bir aşkın, inanılmaz başrol oyuncusuydu ve Manolya bize bu kitapta aşkın ne olduğunu hüzünle öğretiyor...