Manolya- Bölüm 66..
"Merak edecek bir şey yok karıcığım, yapmam gereken şeyi yaptım. Artık hastaneye gidebiliriz."
Karı kocanın birbirlerine sarılmalarını görüntüleyen birkaç kare fotoğraf aldı ve yine tenha bir yere giderek telefonu heyecanla tuşladı. İçi kıpır kıpırdı, galiba beklediği fırsat ayağına gelmişti. Tekerlekli sandalyeye oturmuş vaziyette, gelen ambulansa binmek üzere asansöre giden Hataylı'nın arkasından bakarken, hâlâ onun bu işi nasıl yaptığına inanamıyordu. Öyle muhteşem bir adamın mezar açması, herhalde tüm ülkenin aklına gelebilecek son şeydi. İşte bu nedenle de haber büyüktü. Kenan'a saatler gibi gelen birkaç saniyeden sonra Murat telefondaydı. Kenan heyecanla:
"Murat ağabey, bu kez büyük bir balık yakaladık, belki de ilk sayfaya tam manşet olabilecek bir haber."
"Adamı meraklandırma da söyle bakalım şu haberi."
"Şu mezar açanlar vardı ya..."
Ertesi gün, Türkiye'nin en büyük gazetesinde bu haber yayınlandı, on iki sütun manşeti ve alt yazısı şöyleydi:
"TÜRKİYE'NİN GURURU HATAYLI, MEZAR AÇARKEN YAKALANDI"
"Basketbol Milli Takımımızı Avrupa Şampiyonu yaptıktan sonra böbreklerindeki rahatsızlığı nedeniy- le görevinden ayrılan ve iki gün önce kendisine böbrek nakli yapılarak hayata döndürülen, ünlü basketbol ada- mı Hataylı, evvelki gece bir suç ortağı ile birlikte Karacaahmet Mezarlığı'nda, bir mezarı açtıktan sonra mezarın içindeyken suçüstü yakalandı. Muhabirimiz Kenan İspir, bu ilginç olayın detaylarını araştırmaya devam ediyor. Tüm ayrıntıları yarınki gazetemizde bulabilirsiniz."
Haberin altında Ekrem ve Yeliz'in birbirlerini kucakladıkları fotoğraf vardı. Haber gerçekten de Türkiye ve Avrupa spor basınında büyük yankı buldu.
***
Yeliz'in diyetle yaptığı tüm mücadeleye rağmen bu işin galibi hastalık oldu ve ne yazık ki Ekrem'in çalışan tek böbreği yüzde on beşlik işlev görme oranının altına düştü. Bunun anlamı, haftanın üç günü diyaliz makinesinde dört saat geçirmek demekti. Bu, Ekrem gibi aktif bir insan için dayanılmaz bir eziyetti. Sabahın erken saa- tinde gittikleri diyaliz merkezinde makineye bağlandıktan sonra geçmek bilmeyen dört saat çok sıkıcıydı. Ama o ve sevgili eşi mücadele etmeye devam ettiler, Ekrem diyalize bağlandığında, damarlarına kanül takılı oldu- ğundan, Yeliz canı sıkılmasın diye, ona günlük gazeteleri okuyor ve yatağın yanına çektiği bir sandalyede oturarak, dört saat onun yanından ayrılmıyordu. Ne yazık ki, nakil için girdiği sıradan da bir haber çıkmamıştı, yani verici kadavra bulunamıyordu. Bir ay sonra Dr. Cengiz çalan telefonunu açtığında karşısında Yeliz'i buldu.
"Merhaba Cengiz."
"Merhaba Yeliz abla."
"Kocamın bu eziyeti çekmesini istemiyorum, bu nedenle böbrek nakli için ne yapmamız gerekiyorsa yapalım lütfen."
"Tamam! Yarın saat dokuzda aç olarak hastaneyegel, tahlilleri yapalım."
Peki, yarın görüşürüz."
Ertesi gün kocasına kahvaltısını yediren Yeliz, ona bir şey söylemedi ve işi olduğunu söyleyerek çıktı. Saat sekiz elli beşte, Dr. Cengiz'in hastanedeki küçük odasındaydı. Doktor Cengiz, Yeliz'in vücudunu iyi tanımak amacıyla kan ve idrar tahlili için numuneler aldırdı. Daha sonra da kan ve doku örneklerinin tutup tutmadığını tespit etmek için kan örnekleri aldı. Doktorun amacı belliydi. Önce Yeliz'in sağlıklı olup olmadığını kontrol edecek, eğer bir problem yoksa kan ve doku uyuşumunu test edecekti. Kan ve idrar tahlillerini veren Yeliz, Dr. Cengiz'in odasına gelerek, masanın önündeki sandalye- ye oturdu. Doktor, karşısında oturan bu yürekli kadının son iki yılda ne kadar yıprandığını üzüntü ile gözlemledi. Saçlarındaki aklar çoğalmış, gözlerinin altındaki torbalar belirginleşmişti.
"Sonuçları iki gün içinde sana bildiririm ablacığım."
"Bir terslik çıkmaz değil mi Cengiz?"
"Kesin bir şey söylemek mümkün değil, iki gün beklememiz gerekecek. Hadi, sen bir şeyler atıştır" diyerek, onun için aldığı poğaçaları torbadan çıkartarak, Yeliz'e uzattı ve telefonla iki çay söyledi.
Eve gitmek üzere arabasına binen Yeliz'in kafası karışıktı. İşin kendisinin böbreğini vermesi ile bitmiyor olması, kafasını fena halde karıştırıyordu. Ya, uyum olmazsa ne yapacaklardı... Canı kadar sevdiği kocası göz göre göre ölecek miydi? Ekrem'in ölmesi! Bu nasıl garip bir düşünceydi. Onun ölebileceğini asla düşünmemişti. Ekrem onun için ölümsüz biriydi. Herhalde ismi ölümle anılacak son kişi, biricik kocası Ekrem olmalıydı. Bu gerçekle yüzleşen Yeliz, arabayı yolun kenarına çekerek hüngür hüngür ağlamaya başladı. Park ücreti almak üzere aracın yanına gelen park görevlisi, hıçkırarak ağla- yan kadını görünce biraz bekledi ve daha sonra Yeliz'in ağlamaları artarak devam edince hiçbir şey yapmadan oradan ayrıldı.
Ağlaması geçip, biraz kendine geldikten sonra eve dönen Yeliz, asla eski Yeliz olmadı. Hep ürkekti, artık biricik kocasının ölebileceğini biliyordu. Tüm dileği iki gün içinde Dr. Cengiz'den gelecek iyi haberdi. Birden aklına Türkiye'deki insanların neden bu kadar az organ bağışı yaptığı geldi ve tüm topluma karşı bir öfke belirdi içinde. Eğer toplum duyarlı olup, organ bağışı yaygın olsaydı Ekrem ve onun gibiler böyle boynu bükük bekliyor olmazlardı. Hâlbuki ikisi de her üç ayda bir kan veren ve tüm organlarını bağışlamış insanlardı. Ama şimdi sorumsuz toplum tarafından adeta cezalandırılıyorlardı. Ekrem gibi birinin eli kolu bağlı kaderini beklemesini içine sindiremiyordu. O, hayatı mücadele içinde geçmiş ve bu mücadeleleri hep kazanmış biriydi. Bu mücadeleyi de kazanacaktı. Yeliz, bir anda kocasının bu çetin mücadeleyi kazanamayabileceğini düşündü. Yine ağlamaya başladı. Ama evde olduğu için gözyaşlarını sessiz bir şekilde dökmeye özen gösterdi.
218
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya
RomanceO, inanılmaz bir aşkın, inanılmaz başrol oyuncusuydu ve Manolya bize bu kitapta aşkın ne olduğunu hüzünle öğretiyor...