Manolya-Bölüm 47
Ekrem'in kendini toparlaması hemen hemen on gününü aldı. Bu sürede Manolya'ya mektup yazmadı. On- dan gelen mektubu okumadan masada tuttu. Yeliz ile ayrılmaları hem Funda, hem Apostol, hem de kız arka- daşları tarafından olumsuz karşılandı. Zira dördü de, Yeliz'in efendi, kültürlü, esprili, cana yakın bir kız olduğu fikrinde birleşiyorlardı. Onlara göre Yeliz, Ekrem'e göre tam biçilmiş kaftandı.
Manolya'nın mektubunu okuduktan sonra biraz kendine gelen Ekrem, daha sonra İskenderun'a bir iki kez gidince her şey normale döndü denebilir. Ancak Ekrem Yeliz'i her hatırladığında yüreği sızlıyordu.
Ekrem ve Manolya'nın aşkları tüm hızıyla aynı sıcaklıkta devam etti. Bu süreçte Ekrem'in baskısı ile Manolya, Ekrem ile olan aşkını ailesine açtı ve arkadaşlıkları beklemedikleri derecede iyi karşılandı. Manolya'nın hem annesi, hem de babası Ekrem'i üniversiteyi iki yıl içinde bitirecek olan iyi bir basketbolcu, yakışıklı ve efendi bir genç olarak değerlendiriyorlardı. İki genç birbirini sevdiğine göre ve damat adaylarının da istedikleri bu özelliklere sahip olması nedeni ile kızları için uygun bir koca adayıydı Ekrem. Ayrıca genç adamın babasının olmaması ve annesinin de sessiz ve efendi bir insan ol- ması da bu onaya önemli katkıda bulunmuştu.
Ekrem artık İskenderun'a gittiğinde Manolya'nın ailesi onu sıkça yemeğe alıyor ve daha iyi tanımaya ça- lışıyorlardı. Tabii, Ekrem de onları bu sayede daha iyi ta- nımaya başladı. Annesi de, babası da kızlarına çok düşkündüler. Ama bu düşkünlük zaman zaman müdahale boyutlarına varıyordu. Annesi de Ekrem'e düşkündü, ancak belli bir seviyeden sonra ona hiç karışmazdı. Hâlbuki onlar öyle değildi. Kızlarının her şeyine karışıyor ve hemen hemen her konuda kendi kararlarını uygulatıyorlardı. Bu durum Ekrem'i rahatsız ediyordu, ama Manolya üzülür diye bir şey söylemiyordu.
Ayrıca ailede tespit ettiği bir özellik de insanlardan söz ederken önce mesleklerinden ve varlıklarından bahsetmeleriydi. Yani biraz etiket düşkünüydüler. Ama Ekrem bunları da kafasına pek takmamaya özen gösteriyordu. Eğer sevdiği kızla evlenirse İstanbul'da yaşayacaklardı. Fazla sık olmayan ziyaretler de zaten kibar olan bu insanları idare ederdi. Önemli olan Manolya'sının kendisine olan sevgi ve saygısıydı ki bu, minik kuşunda fazlası ile vardı.
Manolya'nın sömestir tatilinde İstanbul'daki bir akrabalarına ziyarete gelmesi, genç çift için adeta balayı oldu. Birbirleriyle haberleşip plan yaptıkları için, Ahmet ile Sevda da İstanbul'a gelmişlerdi. Üçlü Harem'de aynı otobüsten indikten sonra Manolya ve Sevda kendilerini bekleyen akrabaları tarafından karşılandılar. Manolya, onu karşılamaya gelen yaşlı karı kocaya sarılırken gözü arkada ayakta durup, ona gülümseyen Ekrem'deydi.
Sevda da akrabaları ile kucaklaştıktan sonra, onları Manolya ve akrabaları ile tanıştırdı, bu arada Manolya'nın akrabalarına uzun yıllar İstanbul'da yaşadığını söylemeyi de ihmal etmedi. Bu, planın bir parçasıydı. Böylece iki kız iki aileye de güven aşılayıp, Manolya'yı gezdirmek bahanesi ile birbirlerini almak için ortam hazırlıyorlardı. Ahmet ve Ekrem birkaç adım ötede onları tanımıyormuş gibi sohbet ederlerken, aileler de birbirlerine veda ederek ayrıldılar. Ahmet, Ekrem de kalıyordu, Sevda ise Üsküdar'da bir akrabasında.
Sevda, sabahları Manolya'yı alıyor, sonra iki genç kız Ekrem'in evine geliyorlardı. Daha sonra da Sevda ve Ahmet çıkarak İstanbul'un güzelliklerini el ele keşfediyorlardı. Bunu yapmalarının nedeni Manolya ve Ekrem'i baş başa bırakmaktı, zira kendileri İskenderun'da sürekli beraberlerdi.
Evde baş başa kalan genç âşıklar, önce Manolya'nın hazırladığı kahvaltıyı bitiriyor, ardından Ekrem'in id- manı olduğu için sadece öpüşüp, koklaşarak bir müd- det beraber yatıyorlardı. Ekrem, idmana gidip geldikten sonra evi tertemiz ve pırıl pırıl buluyordu. Minik kuşunun yüreği, sevgilisinin kirli ve pis bir evde oturmasına izin vermiyordu. Bu duruma Yeliz'den dolayı alışkın olan Ekrem hayatından pek memnundu.
Bir gün eve geldiğinde hemen hemen bütün çamaşırlarının yıkandığını görünce şaşırdı, zira çamaşırları epey birikmişti ve evde çamaşır makinesi yoktu. Şaşkın bir şekilde:
"Bu kadar çamaşırı nasıl yıkadın aşkım?"
"Su ısıtıp, plastik leğende yıkadım canım" diye yanıtladı Manolya.
"Ben seni İstanbul'a yorulasın diye çağırmadım hayatım, bu kadar çamaşır elle yıkanır mı" diyerek, genç kızın ellerini tutup kendine çekti ve öptü. O sırada Manolya'nın ellerinin normalden sıcak olduğunu hissetti. Genç kızın ellerine baktığında, iki elinin kıpkırmızı ve neredeyse derilerinin soyulmak üzere olduğunu gördü:
"Sen kendine ne yapmışsın?"
"Çamaşırlarını çitilemem gerekti aşkım."
"Sen deli misin bir tanem? Şu ellerinin haline bak, bir daha böyle bir şey yapmanı istemiyorum, bekle beni" diyerek hızla çıkıp, evin karşısındaki eczaneden, eczacıya sorarak Hawilland marka krem alıp, minik kuşunun kurudukça daha çok kızaran ve sertleşen minik ellerine sürdü. Sonra da onu sevgiyle kucaklayarak öptü:
"Sen benim kıymetlimsin, bir daha böyle şey yapma, evi temizle, yemek yap, bulaşıkları yıka, bunlar benim de hoşuma gidiyor, ama kendine zarar verecek şeyler yapmana izin veremem canım."
"Onlar senin çamaşırların ve onları yıkamak bana düşer benim biricik sevgilim. İsterse ellerimin derileri soyulsun vız gelir. Ayrıca yapacak başka şeyim de yoktu zaten aşkım."
Ekrem, Manolya'nın kararlılığı karşısında ona kalın bulaşık eldiveni alması gerektiğine karar verdi ve saatine baktıktan sonra:
"Hadi kalk, gidiyoruz."
"Nereye?"
"Sinemaya."
Çabucak hazırlandıktan kısa bir süre sonra, tarihi ve muhteşem bir mimariye sahip olan Süreyya Sinema- sı'nın koltuklarındaydılar. Ekrem, Manolya'ya sürpriz yaparak o dönemin en popüler filmi olan "Love Story" filmine götürmüştü. Tabii, sinemadan çıktıklarında Manolya'nın yanaklarının pembe, gözlerinin ağlamaktan kıpkırmızı olduğunu tahmin etmek zor değildi. Hafif karlı yolda sevdiğine sarılmış, eve giderlerken bile zaman zaman ağlıyordu genç kız. Eve girdiklerinde hemen Ekrem'e sarılarak onu uzun uzun öptü ve:
148
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya
RomanceO, inanılmaz bir aşkın, inanılmaz başrol oyuncusuydu ve Manolya bize bu kitapta aşkın ne olduğunu hüzünle öğretiyor...