.
MANOLYA -8
Kendisine bir şey almaz onun eski giysilerini yenilerdi. Ekrem'in giysilerinin büyük bir bölümü babasından kalan elbiselerin daraltılması ile oluşmuştu. Annesi onları saklamış, oğlu liseye geçince bir kısmını erkek terzisine vererek onun ölçülerine göre daraltmıştı. Bunlara yakaları ters yüz edilmiş gömlekler de dâhildi. Ekrem ters yüz edilmiş eski moda elbiseleri giymekten hoşlanmasa da başka olanakları olmadığından mecburen giyiyordu. Yoksa o da zamanın modasına uygun düşük belli ve İspanyol paçalı pantolonları giymek isterdi ama başka seçeneği yoktu. Büyüyüp iş sahibi olduğun- da, en iyi terzilerde, en son moda elbiseleri diktirmek en büyük hayaliydi ve bunu mutlaka yapacaktı.
Ekrem'in babasının eşyaları arasında en beğendiği parçalar kravatlardı. Babasını bu konuda çok zevkli buluyordu. Takım elbiseleri ve pantolonları da zevkle seçilmişti, ama Ekrem'e demode geliyorlardı. Ama kravatları müthişti. Okulda kravat takma zorunluluğu olduğundan, onları gururla takarak gidiyordu. Ve onun kravatlarına öğretmenleri bile imrenerek bakıyorlardı.
Ana oğul kısa bir süre sohbet ettikten sonra, Ekrem annesinin kendisi için hazırladığı peynir katıklı ıspanak- lı börekten üç parça bir tabağa koyup salondaki masaya oturarak ders çalışmaya başladı. Annesi de odasına giderek dikiş makinesinin başına geçip, işine koyuldu. Genç sporcu çok çalışkan olmamakla beraber derslerini ihmal etmezdi. Onun amacı üniversiteye girip annesine layık olmaktı. Hariciyeci olmak istiyordu, işi pek kolay değildi. Zira aynı zamanda ünlü bir basketbolcu da olmak istiyordu ve bunun için çok çalışıyordu. İdmanlar bittikten sonra topları alıp saatlerce şut, dripling çalışması yapıyordu. Ayrıca kondisyon için hocasının verdiği program doğrultusunda çalışmalar yapıyordu. Bu da doğal olarak vaktini alıyordu. Bir de kız arkadaşları ile geçirdiği süreyi katınca Ekrem'e ders için fazla bir vakit kalmıyordu. Zira Ekrem kızlardan da vazgeçmek niyetinde değildi. Yakışıklı ve popüler oluşunun tadını çıkartıyor, hiç kız arkadaşsız kalmıyordu ve bu konuda pek tevazuu sahibi olduğu söylenemezdi. Ama o ders konusunda kendine göre bir çözüm bulmuştu. Her der- sin yazılı sorularını bir kâğıda not eder ve onları mutlaka çözerek bir dosyada saklardı. Ona göre öğretmenlerin lisenin her sınıfında yazılı için sorduğu sorular mutlaka üniversite sınavında sorulacaktı. Zira o sınavı hazırla- yanlar da öğretmendi. Annesine, "İyi geceler" diyerek odasına gittiğinde saat yirmi ikiyi gösteriyordu.
Sabah daha önceki günlere göre biraz daha erken kalkan Ekrem, sandalyede en güzel pantolonun ve göm- leğinin en şık kravatla beraber onu beklediğini gördü. Başucundaki komodinden onlara uyan bir çift çorap çıkartarak ayağına geçirdi ve yüksek sesle:
"Günaydın, dünyanın en tatlı annesi" diye bağırdı.
Annesi kapıya gelip:
"Günaydın şampiyon."
"Ya ben seni niye bu kadar seviyorum acaba? Dünyada senden tatlı ve iyi bir anne var mıdır?"
Yanağına aldığı öpücüğe karşılık veren kadın, sevgiyle:
"Her evlada annesi iyi, her anneye de evladı güzeldir benim yakışıklı oğlum."
"Ben anlamam, benim annem bir tanedir." Giyinmek için elbiselerin yanına geldiğinde, her za-
2man yirmi beş kuruş olan paranın yerinde dört adet yirmi beş kuruşu görünce:
"Anneciğim, bu ne?" diye sordu şaşkınlıkla.
"Şampiyonluk ödülü. Kusura bakma ancak bu kadara gücüm yetiyor. Ama akşam fıstıklı irmik helvası, kâğıt kebabı, içli köfte ile telafi ederiz."
"Anne kendini zora sokma, ben harçlık düzenimi kurdum."
"Keyfine bak oğlum, hiç olmazsa iki gün üst üste simit ayran yersin."
Ekrem, bu sözleri ile annesinin simit ayranı iki günde bir yediğini bildiğine şaşırarak şahit oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya
RomansaO, inanılmaz bir aşkın, inanılmaz başrol oyuncusuydu ve Manolya bize bu kitapta aşkın ne olduğunu hüzünle öğretiyor...