Manolya-Bölüm 46.
Manolya ile Ekrem'in mektuplaşmaları tüm hızıyla sürüyor, bu da Ekrem'in kıza olan aşkını daha üst seviyeye getiriyordu. Ekrem artık onu düşünmeden edemez hale gelmişti, ama yapısı gereği bunu Manolya'ya fazla hissettirmemeye gayret ediyordu. Sadece onu çok sevdiğini söyleyip, ona güzel dörtlükler yazıyordu.
Ligler başlamış, programları rutin hale gelmişti. Cumartesi veya Pazar günleri maç yapıyorlardı. Ertesi gün mutlaka bir ya da iki gün tatil oluyordu. Manolya'yı çok özleyen Ekrem bu işi belli bir programa oturtmaya karar verdi. Maçtan hemen sonra derhal otobüse binecek, İskenderun'da bir gün geçirip tekrar İstanbul'a dönecekti. Çılgınca bir programdı, ama Ekrem kafasına koyduğunu yapan biriydi.
Pazartesi günü öğleden epey önce otobüsten inen Ekrem, doğrudan eve doğru yol aldı. Manolya sabahçı olduğu için eve öğle vakti geliyordu. Önce okula gidip, geldiğini bildirmeyi düşünse de, Manolya heyecan yapıp pot kırar düşüncesi ile eve giderek, kendini Sakine ablaya gösterecek daha sonra da bir şekilde annesini bir yere yollayacaktı. Planı istediği gibi işledi. Ortak avluya girdiğinde Sakine mutfaktaydı.
Ekrem gülümseyerek:
"Merhaba Sakine abla nasılsın?" Manolya'nın ailesi duymasın diye alçak sesle konuşuyordu. Sakine şaşırarak:
"Aaaa! Ekrem, hoş geldin canım, bu ne güzel sürpriz." Ekrem, sevinerek Sakine ablasının da sessiz konuştuğunu fark edince iyi bir yandaş bulduğunu anladı.
"Yurdakul Hocayı bir ziyaret edeyim dedim. Öğleden sonra evde olacağım." Böylece verdiği mesajın yerine ulaşacağını umarak, merdivenleri ikişer ikişer atlayıp, eve geldi. Kapıyı açan annesi onu görünce çok mutlu oldu. Oğlu her ne kadar Yurdakul Hocayı bahane etti ise de, onun ne için geldiğini çok iyi biliyordu. Annesi ile biraz vakit geçiren Ekrem, yalancı çıkmamak için artık evinde dinlenmekte olan hocasını ziyaret ettikten sonra tekrar eve döndü. Annesine öğleden sonra bir yere gitmesinin iyi olacağını nasıl söyleyeceğini kara kara düşünürken, annesi:
"Ben sana bir şeyler hazırlamak için öğleden sonra çarşıya çıkacağım, belki Ayşe teyzenlere gider orada hazırlarım. Saat altıdan önce gelmem, sen de banyo yapıp biraz dinlen bu arada yavrum."
Ekrem, annesine minnetle sarılarak onu öptü.
"Sen dünyanın en tatlı annesisin."
Annesi gittikten sonra duş yapıp, sedire uzanan Ekrem, saat iki gibi, hafifçe tıklanan kapının sesi ile uyandı. Hemen saçlarını düzeltip, kapıya koştu. Kapıyı açtığında, minik kuşu heyecandan yanakları pembe bir şekilde karşısında duruyordu. Sarı saçları nemli, omuzlarındaydı. Okyanus mavisi gözlerinde sevgi ve teslimiyet vardı. Ekrem'in uzattığı elini tutarak içeri girdi. Genç adam, onun muhteşem güzelliğini daha iyi görebilmek için onu tam karşısına alıp, iki elini genç kızın omuzlarına koydu. Manolya yine tir tir titriyordu. Hiçbir şey konuşmadan birkaç dakika bir bütün gibi birbirlerine sarıldıktan sonra çılgınca öpüştüler, daha sonra Ekrem, genç kızı güçlü kolları ile kucaklayıp, sedire götürdü. Onu yavaşça sedire yatırdıktan sonra yanına yatıp, kolunu ensesinin altından geçirerek, şefkatle yanağını okşayıp:
"Sen benim bir tanemsin, canımsın, ruhumsun."
Sevdiği adamın kollarında duyduğu bu güzel ve içten sözlerle mutluğun doruğuna çıkan genç kız, du- daklarını genç adamın dudaklarına yapıştırdı. Sol eliyle genç kızın tek parça elbisesini çıkarttı, ancak kendisi annesinin gelme riski olduğu için soyunmadı, zira Manolya tek parça elbiseyi hemencecik giyebilirdi. Rüya gibi geçen iki saatten sonra başını sırtüstü yatan sevgilisinin omzuna koyan Manolya:
"Sen bir çılgınsın, bana yine sürpriz yaptın."
"Benimle beraber olduğun sürece bu tür çılgınlıklarıma alışacaksın aşkım."
"Ben senin her şeyine alışırım, yeter ki yanımda ol benim biricik sevgilim. Ayrıca ben senin bu çılgınlıklarına aşığım zaten." Sonra kalkarak yataktan indi ve yerde duran tek parça elbiseyi eline alarak sordu:
"Sana bir şey hazırlamamı ister misin aşkım?"
Aklına otobüste yediği kek gelen Ekrem:
"Sağ ol bir tanem bir bardak su yeter."
Manolya şaşırarak, Ekrem'in yanında çıplak dolaşmaktan utanmadığını fark etti bir an. Hâlbuki annesinin yanında bile böyle dolaşamazdı. Bunun birbirleriyle bütünleşmenin verdiği bir rahatlık olduğunu düşünerek, alışkın bir şekilde mutfağa giden genç kız, biraz sonra elinde tepsiyle döndü. Tepside iki fincan kahve ve iki bardak su vardı.
"Pek kahve içmediğini, ama içtiğin zaman da kaynamış kahve içtiğini biliyorum, bakalım beğenecek misin biricik aşkının yaptığı kahveyi."
Ekrem, "Yandık, umarım içinde sevgi ve aşktan başka şeyler de vardır" diyerek, kenardaki sehpayı sedirin önüne çekip, genç kızın tepsiyi sehpanın üzerine koymasını sağladı. Tepsiyi sehpaya bırakan genç kız, henüz giydiği elbisesinin eteğinin açılıp, muhteşem bacaklarının ortaya çıkmasına aldırış etmeden, sevdiği adamın boynundan kaçamak bir öpücük alarak, yapışır gibi yanına oturdu.
Ekrem sürpriz bir şekilde kahveyi beğendi. Demek annesi gelinini iyi yetiştiriyordu. Gelin? Daha bunun için çok erken olduğunu düşünen genç adam, kahvenin ve kahvesini bitirdikten sonra kucağına yatan güzel sevgilisinin tadını çıkartmaya başladı.
Bazen birinin, bazen diğerinin kucağında fütursuzca yatarak özgürlüğün tadını çıkartan iki sevgili bir yandan da planlar yapıyorlardı. Ekrem'in bugün uyguladığı plan iyi çalışmıştı. Ama Manolya da işi iyi organize ederek, buraya gelirken Sakine'nin annesini ön tarafa çekmesini, böylece Manolya'nın Ekremlere girdiğini görmemesini sağlamıştı. Çıkarken de işaret ıslığı ile aynı şeyi yapacak, evden öyle çıkacaktı. Ekrem'in annesinin altıda geleceğini söylediğini hatırladıklarında saat beşti. İki sevgili yarım saat daha seviştikten sonra etrafı düzeltip, evi havalandırdılar, sonra da uzun süren veda buse- sinin ardından Manolya'nın kapıyı açıp, ıslık çalmasından ve aradan yaklaşık iki dakika geçmesinden sonra, son bir kez daha öpüşerek ayrıldılar.
Ekrem'in bu günübirlik seyahatleri bazen haftada bir, bazen de on beş günde bir oluyor, bu durum Yeliz'i çok rahatsız ediyordu. Önceleri hocasının rahatsızlığını bahane etse de bir müddet sonra bu mazeret geçersiz kalmaya başladı... Birkaç kez gitmesini anlayabilirdi, ama sevgilisinin İskenderun gibi on sekiz saat yolculuk gerektiren bir yere bu kadar sık gitmesine bir anlam veremiyordu. Ancak Ekrem'e hesap sormasının da beraberliklerinin sonunu getireceğini biliyordu. Ne yazık ki, genç kızın fazla beklemesine gerek kalmadan, Ekrem onu konuşmak üzere eve çağırdı. Yeliz'e, sezon sonunda gittiği İskenderun'da lisede iken aşk yaşadıkları kız ile aşklarının tekrar alevlendiğini, üzülerek kendisinden ayrılmak istediğini, onun her zaman kalbinde bambaşka bir yeri olduğunu ve onu her zaman sırtını dayayacak bir dost olarak hatırlayacağını, asla da unutmayacağını söyledi.
Zavallı kız duydukları karşısında şok olmuştu. Önce gözlerinden süzülen birkaç damla yaş, daha sonra hist ri nöbetine dönüştü, yüksek sesle ağlıyordu. Ekrem, onu teskin etmek üzere yanına gidip, omzuna dokunmak isteyince, sert bir hareketle elini iterek, yüzünü aksi yöne çevirdi. Bir müddet sonra ağlaması hafifledi, ağlamayla karışık gülmeye başladı. Bir yandan sinirli bir şekilde gülüyor, bir yandan da adeta kendi kendine söyleniyor- du:
"Böyle trajikomik bir olay ancak filmlerde olur ya! Daha dün akşam yattıktan sonra ben bu adamı deli gibi seviyorum, o nereye gitse peşinden gideceğim, her ne halde olursa olsun, ister limon satsın, ister hamallık yap- sın onu bırakmayacağım diye karar alıyorum, o bana ev- lenme teklifi yapmadan asla bu konuyu ima bile etmeye- ceğime kendi kendime söz veriyorum. Ama bu kararımı bir gün bile yaşayamadan kapının önüne konuyorum. Bu nasıl adalettir ya! Ben şimdi neye inanayım, aşka mı, dürüstlüğe mi, insanlığa mı?"
Ekrem gerçekten çok üzülmüştü, ne yapması gerek- tiğini bilmiyordu. Kendisi bile Yeliz'e hak veriyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu.
144

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya
RomansaO, inanılmaz bir aşkın, inanılmaz başrol oyuncusuydu ve Manolya bize bu kitapta aşkın ne olduğunu hüzünle öğretiyor...