Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar.
Hayat ne garip bir olgu, bir gün önce gülüp eğlenirken, bir gün sonra dünyan dönmeyi bırakabiliyordu. Mutlu, güneşli, pırıl pırıl hayatımız aldığımız haberle bir anda kara kışlara gömülmüştü. Tek tesellimiz alınan haberin yanlış oluşuydu. En azından Bahar ölmemişti ama bu hayati tehlikesi olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Minik meleğimin babasından aldığı kaza haberiyle hayat dolu gözlerinin sönüşü ise tüm acıların üzerine dökülen benzin misali oldu. Acıların üzerine dökülen benzin demek; yüreğimizi yakan ateşin göğe yükselmesi, evimizi, barkımızı hatta dünyamızı yakması demekti. Ailecek yıkılmıştık.
Funda şaşkın, annem ve babam perişan, Cem ve ben perişan, abim ise yok olmak üzereydi. Kocaman dağ gibi abimin gözyaşlarının hiç kurumayışı da bir daha deneyimlemek istemediğim bir durumdu. Bahar hayati tehlikeyi atlatmıştı ama uyutulmuştu ve bu belirsiz bir süre daha devam edecekti. Minik kuzumun boynuma gömülüp "Aynı annem gibi kokuyorsun halacığım, sen de onun gibi beni bırakıp gitme." demesi üzerine Mardin'de kalmaya karar vermiştim. Annem ve Bahar da benim gibi karagül losyonu kullandığı için Funda sanırım kokumu annesiyle özdeşleştirmişti.
Cem'in kazanılan ihale yüzünden işinin başına, İstanbul'a dönmesi gerekiyordu. Bu yüzden o İstanbul Mardin arasında mekik dokurken çok özlüyordum kocamı. İskoçya tatilimizi ve aşılama yaptırma hayalimizi de aynı nedenlerle rafa kaldırmıştık. Bahar'ın hayati tehlikeyi anlatmasına sevinemeden abimin onu öldürmeye çalışmakla suçlanması da bizim için ayrı bir şok nedeniydi. Şu altı ayda yaşananlar sanki bir ömür sürmüş gibiydi. Doğurmadan anne olmuş, küçük bir meleğin sığındığı liman olmuştum. Bu da yetmezmiş gibi annem ve babamın sırtını dayayıp güç alacağı kayaları olmuştum.
Birisi bana bu günleri anlatsa tepkim "Hayatta yapamam! O kadar güçlü değilim!" demek olurdu. 'Allah dağına göre kar verir.' derler ya çok haklılarmış yine de gücümün bu şekilde sınanmasını istemezdim. Çok zordu, hem de çok zor! Yine de dayandım. Belki de korkularımı, kaygılarımı gizleme ve güçlüymüş gibi görünmekte çok iyiydim. Rol yapmış olsam da, gerçekten güçlü olsam da sonuç değişmiyordu. Tam da bu sebepten dolayı altı ayda büyümek zorunda kalmıştım. Acılar insanı olgunlaştırıyordu, yaşım yirmi sekizdi ama ruhum sanki altmış yaşındaydı.
Abimin hapse girişiyle Funda iyice boşluğa düştüğü için bu açığı kapatmak benim omuzlarıma yüklenmişti. Funda, yanında yatmadığım zamanlarda uyuyamıyordu. Eli uyurken bile yüzümden ayrılmıyordu, sanki dokunmasa kaybolacakmışım, onu bırakıp gidecekmişim gibi. Yanlış anlaşılmasın bundan asla gocunmadım. Cem'in Mardin'e geldiği günlerde bile Funda aramızda uyudu ve bu konudan sevgili eşim de asla şikayet etmedi. Tabii arada annem sayesinde ufak kaçamaklar da yapmadık değil. Bazen cinselliğin ikinci plana bırakılmak zorunda kaldığını bu sayede tecrübe ettim. "Artık her yönden mükemmel bir evliliğim var." diyebilmem de bu yüzdendir.
Her türlü engele, üzüntüye ve yaşanan acılara rağmen birbirini sevmekten vazgeçmeyen bir çifttik. Ve bunun için de Cem'e minnettardım. Sadece ufak bir bakışıyla iliklerime kadar sevildiğimi hissettiriyordu bana. Veya hayatımızda ne yaşanırsa yaşansın yanımda olacağını da anlatıyordu aynı bakışlarla. İşte o anlarda kocamın benim için dünyanın en güzel gözlerinin ve kalbimin sahibi olduğunu anlıyordum. Bu zamanlarda dudaklarıma gelip konan gülüşlerim, defalarca ben engel olamadan uçup gitmişti. Bahar hastane yatağında ölü gibi uyurken, abim hapishane koğuşunda karısının ve kızının yüzüne hasret kalmışken, annemin ve babamın hali perişan iken gülemiyordum. Gülmekten, mutlu olmaktan bir insan utanır mı, ben utanıyorum.
Yüzümdeki gülüşlerin solup gitmesine engel olamıyordum. Sessiz sedasız içime sızıp yer etmişti suçluluk duygum ve korkularım. Hayatımız düzelmedikçe ben de içimdeki kötü duyguları atamayacaktım. O yüzden daha az gülüyordu yüzüm, gözyaşlarım kurumuş ve yerini hissizlik almıştı. Sağlam duracağım diye taşa dönüşmüştüm sanki. Cem bu halimden çok şikayetçiydi çünkü tanıdığı, bildiği ve aşık olduğu kadına benzemiyordum. En azından dışarıya karşı bu izlenimi vermeye çalışıyordum. İçimdeki küçük kız çocuğu ise korkularından kurtulmak için yatağının altına saklanmıştı. Gizli gizli kimseye görünmeden gözyaşı dökerek içimde biriken zehiri atmaya çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜL BAKIŞLIM (MTS-3) TAMAMLANDI
ChickLitBade... İmam "Mehr-i müeccel olarak ne istiyorsun kızım?" diye sorunca "Üç talak hakkımı." diye cevap verdim. Cem kulağıma eğilip "Başka bir şey iste çünkü dinen o hakkını istersem elinden alabilirim." dediğinde bunu nereden bildiğini sorgulayamayac...